Modern toplumun ulaştığı iletişim imkânları tarafından en çok tehdit elin şeylerden biri cemaat ruhudur…

Bugün doğal mecrasından koparılarak “yapay” tartışmalara konu olan cemaat, insanın fıtratının bir gereği olarak ortaya çıkar…

Bu gerekliliğin ne olduğu ise çok açık bir şekilde “güven duygusu”dur…

İnsanların içerisinde kendilerini güvende hissettikleri, aynılaştıkları, diğerinden farklı kalabildikleri, Göran Rosenberg’in ifadesiyle de “sıcak daire” içerisinde her türlü soğuk(luk)tan korunabildikleri bir yerdir cemaat…

Bütün istismarlardan ve kötü niyetlerden korunmuş cemaatler, bugün tarihte olduğundan çok daha fazla anlamlıdır üstelik…

Sınırların belirsizleştiği, aidiyet tanımlarının zorlaştığı, ciddi “kimlik krizleri”nin oluştuğu bu çağda, her şeyle ve herkesle girişilen rekabette, hepimizin mutlak bir “güven adası”na ihtiyacı var…

Her şeyin çok hızlı bir şekilde değiştiği dünyada insanlar, kesin ve daimi olarak ait olacakları gurupları daha büyük bir özlemle arıyorlar…

Jock Young: “Cemaat çöktüğü anda kimlik icadı başlar” derken çok daha nano ölçekli bir kırılmaya işaret ediyor…

Cemaat yok olduğunda öylece orta yerde kalan birey, çok daha savunmasız ve bir o kadar da saldırgandır; rekabet halinde olduğu sayısız muhterise karşı…

Bugün iletişim araçları mesajlarını -bir taşıyıcı olarak- insandan bağımsız bir şekilde ve anlık olarak dünyanın her yerine ulaştırabildiği için artık cemaat yapılarının içerisi de ciddi bir saldırı altındadır…

Cemaatler kendi mesajlarını bu dış faktörlerden bağımsız ve “duru” olarak aktaramıyorlar…

“Bırakın içerisiyle dışarısı arasındaki sınırı, artık bir sınır çizmek bile imkânsızdır” diyor Zygmunt Bauman…

Cemaat fikri, tarih boyunca pozitif değer yüklenmiş kavramlar dünyası tarafından örülmüştür…

Şimdilerde ise insanı, “Birey her şeydir” yalanıyla kandırmaya ve birbiri ile sonu gelmez savaşa sokmaya çalışan modernitenin tehdidi altında, var olma mücadelesi vermektedir…

Modernite önce doğal bir ihtiyaca cevap veren ve insanı ısıtan cemaat yerine, “muhayyel” olanı ikame ederek meseleyi “kopya sığlığı”na indirgemiş ve daha sonra da bireyin aklını -bu kopya sayesinde- ait olduğu duygudan kolayca çelerek koparabilmiştir…

Fakat şunu da mutlaka hatırlamak gerekir: Umut tamda bitti denilen yerde hep yeniden doğmuştur…

İnsan belki de hiçbir zaman hayallerine tam olarak ulaşmamış, ama o nispette de umutlarından hiçbir zaman vaz geçmemiştir…

Sadece mükemmele odaklanmak, iyinin baş düşmanıdır…

Bu baş döndüren hızın, bizi tanımlayan sınırları buharlaştırmasına asla müsaade edemeyiz…

Bizim “kim” olduğumuzu belirleyen aidiyetlerimizi terk ederek, icat ettiğimiz yalnızlığımızın sahte gücüne kanamayız…

Paul Virilio’nun dediği gibi, “Küreselleşmenin yok ettiği bölgesel gücümüzü” de yeniden hatırlamak durumundayız…

Aksi halde yaşadığımız “mekan”da anlamsızlaşacak ve her şey gibi ayaklarımızın altından kayıp gidecektir…