Televizyon öncesi (TÖ) dönemde sinema, insanoğlunun rüyasını gözleri açıkken izleyebildiği bir çeşit hayal perdesiydi. Hem ferdin, hem ailenin, hem de toplumun kendini kaybettiği dönemlerde kendine dönmesinin yol haritasını bulabildiği duygusal uyanış anları sinema ile sağlanırdı. Sinema, rüyanın bir çeşit sağlamasıydı. En sağlam rüyanın, en gerçeği, sağlamıydı.

Televizyon ile birlikte sinemanın hayatımızdaki yeri değişti. Salon insanları artık ev insanı haline geldi. Sinema salonlarından ev odalarına rücu eden insanoğlu, rüyasının sağlamasını değil gerçeğin ispatını arama derdine düştü. Televizyon, ispat aracıydı. Orada olmayan, yoktu. Olansa, yok ise de vardı. Tam da bu yüzden ‘dördüncü kuvvet’ dediler televizyona.

Duygusal sağlamlığını hayal dünyasına ve ruhsal kuvvetine borçlu olan insanoğlu, televizyon ile birlikte dünyevi sistem kuvvetlerine (yasama, yürütme, yargı) birini daha eklemenin anlamsız heyecanını yaşadı.

Televizyon sonrası (TS) dönem, sinema için hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı zamanların başlangıcı demekti. Bu kötü bir şey miydi? Zannetmiyorum. Zira sinemanın doğuşu da teknolojik gelişmelere bağlıydı, televizyonun icadı da… Haliyle, sinema da kendini güncellemek ve yeniden tanımlanacak hale getirmek durumundaydı.

Yetmedi. Bir de internet çıktı. Radyo ve televizyonun doğuşundan belki daha fazla hayatımızı güncelledi. Fekat o denli hızlı bir yenilenme ve modellenme yaşıyoruz ki, tanımlamakta zorlanıyoruz. Sinema açısından baktığımızda televizyon ve sonrasında internet, üretim şekillerinden tutun da dağıtım ve teorik modellemeye kadar sinemanın yeniden konumlanmasını sağladı.

Artık, insanoğlunun rüyasını gözleri açıkken izleyebildiği bir çeşit hayal perdesi olan sinema yok. Sinemanın ayağına gitmek başka bir hal aldı. Salonları dolduran filmler, hayal perdesinin ürünü olamayacak yapımlar.

Sinema artık eve girdi. Her aşamasıyla evde sinema söz konusu… Teknolojik cihazlara ulaşım sayesinde aynı ev içerisinde sinema üretip izleyebilmek ve milyonlara izletebilmek mümkün…

Ve elbette burada kastedilen ev bildiğimiz ev olmaktan çıktı. İnternet ve sosyal medya, hepimizin yeni evi… Küresel köy teorisi eskidi. Artık insanoğlu küresel bir evin mensupları. En uzaktaki insan, bir oda yanı başınızda. Hal böyle olunca sinema sanatını da yeniden konumlandırmak ve yorumlamak gerekiyor.

Bu teorik ve retorik meseleyi bir köşe yazısıyla izah edebilmek elbette mümkün değil. Çok başka ve uzun mecraların konusu bu. Varmak istediğim nokta, televizyon ve internet ile birlikte sinema teorisine ve pratiğine eskisi gibi bakmamamız gerektiği.

Sinema üreticilerinden, öğretici ve öğrenicilerine kadar hepimiz yeni manzaraya ve pencereye göre hareket etmeliyiz. Yükseköğretimden tutun da atölye bağlamındaki sinema eğitimlerine kadar tamamının bu çerçevede yeniden tanımlanması gerekiyor. Eğitim müfredatı buna göre yeniden şekillendirilmeli. Sinemacı adaylarının yol haritası bu çerçevede güncellenmeli. Ve elbette yeni ile eski arasındaki bu geçişi doğru şekilde yapabilecek öğreticiler önce kendilerini buna hazırlamalı.

Televizyonun doğuşu ve internetin hayatımıza girmesi sonrasında teorik ve pratik olarak bahsettiğim konuda güncellemeler yapıldı elbet. Sinema sanatını vazgeçilmez kılan da bu yeni manzara oldu. Televizyon ve internetin bütün etkisine rağmen sinema güçlenerek ilerledi. Televizyon ilk çıktığında sinemanın öleceği söylendi. Sinema üretim araçlarına ulaşımın kolaylaşmasının da herkesi sinemacı yapacağı ve dolayısıyla sinemacılığın ve sinemanın öleceği iddia edildi (bknz: Onur Ünlü).

Fekat ne sinema ölecek, ne de bu iddialar…

Televizyon ve internetin üzerine bir de sosyal medya vakıası eklendi. İnsanoğlu kendinden hızlı ilerleyen bir gericilik ile mücadele sürecine giriyor. Bazı konularda başa sarmaya, kimi meselelerde ise geleceği okuma gayesiyle uçuşa geçmeye başladı. İnsanoğlu, tarihin tekerrürünün çok ötesinde imar ile imhayı bir arada yaşıyor.

İşte bu tabloda sinemanın, üretiminin ve maksadının doğru şekilde güncellenmesi gerekiyor.

Sinema eğitiminde uzun zamandır öğretici kanatta yer alan biri olarak vurgulamak isterim ki, özellikle sinema eğitimi/öğretimi noktasında mevzubahis güncelleme yapılmazsa, kendini tekrarın ötesine geçip imha aşamasına geçmiş olacağız.

Bir sanat dalının imha aşamasına geçmesi ise insanoğlu açısından gelmekte olanın geldiği manasını taşır.