Türkiye deprem felaketi ve büyük yıkıntıların ardından gürültülü, bol vaatli ve ütopik bir seçim sürecine girdi. Vaatler, taahhütler, toz-pembe ve gerçeklikten uzak söylevlerden bir an için sıyrılıp düşünmek gerekiyor. Tanzimat’tan başlayarak maruz kaldığımız kültürel yabancılaşmanın, ahlâki kopuşların, tek tipçi ideolojik eğitimin, yok edilen ve patlatılan silah sanayii fabrikalarının müsebbiplerini; üretilen ve ihracat anlaşmaları yapılan uçakların gömülmek suretiyle satışının önlenmesini hangi zihniyet sahiplerinin fikrî mirasçılarına borçluyuz? Bir irade beyanı aracı olarak siyasette nerede duracağımıza “birkaç yıl önce tek başlarına iktidar olmadıkları halde bu ülke insanlarını mağdur edenlere bakarak, 28 Şubat’ı, 367 garabetini” hatırlayarak karar vermek gerek.

Siyaset “şuurlu bir tercihle millet iradesinin ülke yönetiminde” karşılık bulmasıdır. Hegel’in ifadesiyle “Devlet, ilâhî iradenin yeryüzünde gözükmesidir.” Batılı bir filozofun atıf yaptığı “ilahi irade” kavramı üzerinde durmak ve düşünmek. Tarih boyunca “ilahi” olan her şeyle kavgalı bir anlayış, bu coğrafyanın mazlum insanlarına ne sağlayabilir? Merhum dedemin ve babamın devletle ilişkilerinde “iyi ve hayırla” andıkları bir şey hatırlamıyorum. Seksenli yaşlarda babaları ve dedeleri yaşayan varsa “inek ve kuzulara misafir olup Kur’an öğrenme” ve “ezansız” günlerin hatıralarını dinlesinler. Kasketsiz/şapkasız şehre indiği için cezaya maruz kalan garip köylü amcaların hatıraları romanlara konu olmuştur. Biz yaştakilerden yetmişli yıllarda kapatılan imam hatip orta okullarını, TCK 163’le maruz kalınan zulümleri, yasaklı kitapları, 12 Eylül vahşetini,  28 Şubat’ı ve o dönemde okul kapılarında yaşanan mağduriyetleri, eşi başörtülü cumhurbaşkanını karşılamama törenlerini… sorsunlar. Sandığa gidip sosyal medya üzerinden kurgulanan sanal veri/algı üzerinden maruz kalınan sosyal medya tacizini doğru kabul ederek oy kullanmak, sağlıklı irade beyanında bulunmak anlamı taşımaz.

Siyaset kurumu, seçimden sonra "kültür, maarif, mektep ile Türkçe ve din öğretimi/ eğitimi”ni yeniden ele almalı ve "din-darlıkla" ilişkili kurum ve kuruluşların işleyiş ve ekonomik ilişkilerini şeffaflaştıracak düzenlemeler yapmalıdır. “Türkçe” vurgusunun diğer tüm meselelerden daha önemli olduğunun altını kalın çizgilerle çiziyorum. Yaşadığı ülkenin ana ve resmi dilini doğru konuşamayan ve yazamayan, öğrenim yaşlarındaki öğrencilerin bir iki nesil öncesinin yazdıklarını okuyamadığını, okusa bile anlamadığını biliyoruz. Hatta 1930-1960’lı yıllarda yazılan hiçbir metin sadeleştirilmeden okunamıyor. Daha geriye gitmeye gerek bile yok. Osmanlı Türkçesinden vazgeçerek maruz kalınan medeniyetten kopuş, kendi dilinden yapılan tercümelerle (sadeleştirme) daha da berbat ediliyor.  Seçmen bu konuda da özenli bir takipçi olmalıdır. Görünür muhafazakarlığın iğfal ettiği ahlaki yapıların, yasal olanla helal olan arasındaki ince sınırının gözetilerek tercihin "helal lehine" yaygınlaştırılması için alınacak önlemlerin de takip edilmeye değer olduğunu göz ardı etmemek gerek.

Seçim sandığına attığımız oyla sadece bir kişiyi, sınıfı, grubu, ittifakı veya partiyi seçmiş olmayız. İrade ve şuura dayalı bir tercih yaparız. Ülkenin sınırları ve bu sınırlara bağlı olarak belirlenmiş münhasır ekonomik bölgeler, milletin ekonomik hayatında etkili olan varlıklar,  millet hayatını teminat altına alan hukuk- manevi yönünü inşa eden değerler, kültürel, medenî, ahlakî ve güvenlik/askeri … imkanlar için sandığa gideriz. Tercih odasında “soğan – patates” çuvalının bir anlamı yok ve mutfak garnitürleri “Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Irak-Suriye Sınırı ve o bölgelerdeki askeri varlıklarla, Karadeniz Ekonomik Bölgesi ve Savunma Sanayi Hedefleri” ile asla kıyaslanamaz; kıyaslanmamalı!

Sandıkta ortaya çıkan irade devlet eliyle hakimiyet iradesine dönüşür. Sandıktan çıkan her bir reyin yönetime aktardığı hakimiyet hakkını kullanma yetkisi üzerine biraz düşünmeye ve oy için oluşturulan algı ile oyun tekabül ettiği anlam gerçekliğine/ hakikatine yoğunlaşmak için hala vaktimiz var. Tercih mührü ile sandığa atılacak her oy ülkenin egemenliği, sınır güvenliği, siyasî-ekonomik-savunma teminatı, gelecek nesillere müreffeh ve yaşanabilir bir ülke için karar anlamına gelir. Geçerlilik süresi hiç de kısa değil. Soğanın yönünü belirleyeceği bir oyla kaybedilecekler karşısında ağlamaya mecaliniz kalmadığında doğranan soğanın yardımıyla dökeceğiniz gözyaşları huzur sağlamayacaktır. Mesuliyet şuuruyla inşa edilecek iktidarın iş ve eylemlerin doğru, iyi ve başarısı oranında oy sahibi olarak taşıyacağın sorumluluk asırlarca sürecektir. En basit tespitiyle sandıkta yeni bir yüzyılın, cumhuriyetin ikinci yüzyılının paradigmasını kuracak iktidarı belirleyeceğiz. Mevsimlik ömürle sınırlı soğanın gazında kendisinden geçenlerden olmaya değmez. Bizden söylemesi!