“Siyaset, kavram olarak bizim ilim ya da devlet tarihimizde her zaman olumlu bir mana seyri izlemiştir” desek yanlış bir değerlendirme yapmış olmayız diye düşünüyorum…

Lakin modernitenin kalıbında yeniden eritilip tedavüle sürülen bugünün siyaseti, tıpkı Batı’dan ithal ettiğimiz ve bütün dinamiğini çekişme ve entrikadan alan “yazın türleri” gibi kendi geleneğini yaşatma hatta dayatma konusunda ciddi bir tesir bırakmış görünüyor…

Kendini keşfedememiş insanları, tutkuları üzerinden adeta kendisine “kör âşık” eden bu siyaset anlayışı, o insanların kabalaşabilmelerine de zemin hazırlayabilmektedir…

Bugün şahsımı en çok yaralayanın ne olduğu sorusunu kendime sorduğumda, şu cevabı verebilirim: İslâmi hassasiyeti olduğunu bildiğimiz siyasetçilerin dahi, siyasetin bu modern tarafıyla yeteri kadar yüzleşemediği gerçeğidir…

Yıllarca siyasetin bir “araç” olduğunu vurgulayanların, bugün onu bir amaç haline getirişini ve adeta bir “ego yükseltme tahtası” olarak kullanışını, muhafazakârlar adına üzüntü ile takip ediyorum…

Yeterli bir izleme süresi yakalanabildiğinde insan bir “davayolculuğu” olarak adlandırılan süreçlerde şunu da müşahede edebiliyormuş: Geniş kitlelere açılan ve onların her yönüyle muhatap olan “dava”ların, kendi saflıklarını koruyamadıkları gerçeği…

Bu bir yönüyle gerçek dilemmadır…

Bir “dava” en önemli hedefi olan büyümeyi gerçekleştirir ama bu defada “pür” kalma kriziyle karşı karşıya gelir…

Bir bakmışsınız hiç mümkün olmayacaklar mümkün, hep mümkün olacakmış gibiler de hiç mümkün olmaz hale gelmiş…

“Biz siyaseti kişisel ikbal olarak görmüyoruz” diyenlerin, “İkballerimiz esir edildi”ye sığınarak, yeni yollara düştüğünü görmek, yeni nesillerin tutunması gereken bütün değerleri dejenere ediyor; ne yazık ki…

“Bir şey ummazsan korkmaz da olursun” sığınılacak en büyük siyaset parolası değil miydi?

Ne umar hale gelindi ki, korkular arttı ve muhafazakârlar dünya için “düşman”ı sevindiren yeni yollara bölündü, böldürüldü…

Nasıl oldu da birkaç ay önce siyasetlerini “zinhar” beğenmediğiniz, yalanı adeta “huşu” ile icra edenlerle “bir”lik pozları verir hale geldiniz…

Elbette herkesin kendi yolunu çizme hakkı vardır kişisel olarak…

Fakat çoğalttığınız yolların sizi azaltmadığından da emin olmak zorundasınız; bu milletin dirilişini bekleyen milyonlarca mazlum adına…

Peki, soralım o zaman yolları çoğaltanlara: Azaldınız mı, çoğaldınız mı?

Kaba güruhlara bir kez karışmaya görsün insan; götürdüğü güzel huyları eksiltmeden geriye dönemiyormuş meğer…

Yıllarca uğraşarak derleyip toparlananlar, darmadağın oluyormuş meğer…

Ak Parti’deyken “dava” dediklerinden ayrışanların, hiç de tesadüf olmayan yanlarını keşfettiniz mi?

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan: Ne garip değil mi?

İnsan çıktığı kabuğa bir daha sığamıyor demek ki…

İnsanı gaflete götüren en büyük şeylerden biri, “En iyi huylu benim” gösterisiyle gelir ve kusurların insanın ruhuna sirayet etmesin en kolay yolunu açar…

Eğer farkına varılmazsa, yanınıza oturan yanlış zihniyetliler, her gün biraz daha sizi kendilerine benzetirler…

Ve bu süreç o kadar doğal işler ki, nasıl dönüştüğünün farkına bile varamaz insan…

Sanki hayatında “hep öyleydi” gibi gelir kendine…

Siyasette laf çevirmek, futbolda top çevirmekten çok daha basit bir konuma da gelince, savunulamayan hiçbir şey kalmadı maalesef…

Eğer dikkatli olunmazsa karışılan “kaba ve kalabalık güruh”lar, muhafazakâr seçmeni daha çok kendine benzetecek ve yaşadığı “benlik kaybı” yüzünden, bu modern siyaset makinesinin dişlilerinin öğüttüğü bir nesneye dönüşecek…

Yolları bölenlere şunu da sormak zorundayım; “Yapamazsam bölerim” zihniyetini, taşıdığınız hangi değere bağladınız ve ruhunuzu rahata nasıl erdirdiniz?

Öyle ya, bu ciddi bir vicdan muhasebesi gerektirir…

Mesela kimlerin sevindiğini gördükçe, yüzünüze bakmayanlar artık bakınca nasıl bir yola girdiğinizin idrakine varabiliyor musunuz?

Eğer bunların hiç biri sizi rahatsız etmiyorsa her şeyi gayet iyi “meşru”laştırmışsınız demektir…

İnsan bir şeyi meşrulaştırmış ise artık ne “dava” ne de bu ülkeden birlik bekleyen mazlumlar adına sızlayacak bir vicdan beklenebilir…

Kastettiğim zeminde bölünmelere sevinen bir muhafazakar vicdanın samimiyetini de sorgulamak gerekir…

Çünkü çoğalmamız gerekirken azalmak elbette acıdır; lakin buna vicdanını ikna etmiş olanların kalbine hükmetme görevimiz de yok elbet…

O halde ne yaşanacaksa birlikte yaşanacak; son pişmanlık fayda etmese de…