Kürt anaların sözlüğünde Demirtaş’ın manası..

Alçaklığın elinde büyümüş, onuru tenha, fidan biçiciler. Ey! Feraset sefilliğinden ölüm yutturan, çıkmamış candan kurşun kesmeyen gaddarlık tanrıları! Ey! Havada yağmur keserek kuşlardan şeref dilenen yeryüzü hiçleri! Ey! Ellerinde kalan son kılıçları dünyada kalan son şehitlere bileyen aciz harita!

Yerde yürüyüp gölgelerini Güneş’e boğduran korkak kursaklar! Göğün şerefine kaldırılan her yumruğun üzerinde adamlıklarını toprağa vermiş vicdan posaları! Rabbin rahmeti şerefinden başka silahı olmayan şehitlerin üzerinde ikinci bir cennettir! 

Yerden göğe şehit yağıyor. Ağıt sıcağı güneşi bastırıyor. Öylece izliyoruz. Hayretler içerisinde kalmak, pusuya düşürülmek gibi. Sazlıklardan havalanan Demirtaş, romantik cümleler kuruyor; ama pimli. Ekranlardaki kanı zapla geçebiliyoruz; ama bir annenin ağıdını vicdan zaplayamaz.

Barış mitingine adam toplayıp, kurşun sıkıp anne ağıdı kuruttukları şu günlerde çamur oluşlarını aklıyorlar. “Barış” bunları görüp yol değiştiren yücelik. Eşkiyalarıyla yaptıkları kulislerde Azrail’den rol çalıyorlar. Sonra da “barış”.

Kan gölünde büyük balığı tutmaya çalışan oltacı Demirtaş. Ağıtları ve selaları repertuarına almıyor. Peki ne oluyor? Siz boğazını yırta yırta yavrum diyen kadının sözlüğünden neyi okuyorsunuz?

Oğlumun saçlarını bana verin, ellerimde beyazlasın.. Bir ana, kan sıvası evinde evladının cesediyle böğrünü delecek diğer bir anne evladını dizine yatırıp dizi izleyecek oğluşum diye sevecek! Dedim ya garipler cılız yaşar, toplu ölür diye.

Paslı elleriyle işten dönmüş emekçi bir babanın alınteri giydirdiği eski ceketi gözyaşından geçilmeyecek, diğer yerde pederinin gömleğine saklanan zengin züppeler kuş tüyü adamlıklarıyla gezecek! Dünya bu..

Biri, toprağı cüzdanında taşıyanların burjuva evladıdır, diğeri de sırtından kahramanlık taslanan vatanın garibanıdır. Biri, paranın gevrek kışlasına şapka çıkarır, diğerininse beresi yaralıdır. Biri, pederine birliğinden mail, diğeri ölmediği güne çentik atar. Birinin keyifli kahvesi hatırlanır, diğerinin buz gibi künyesi okşanır.! Dünya bu..

Oğul, fidanlığına ben şahidim şehitliğine Allah şahit olsun!

Oğul, toprağımız bu vakitten sonra ekin verse ne olur seni gömdüğüm topraktan gençliğini geri alamadıktan sonra.

Oğul, soframdan tabağın eksilmiş bu saatten sonra kursağıma bir lokma daha fazla girse ne olur ki canın düğümlenmiş babalığımın omuzlarında.

Oğul, evime ağalar paşalar gelse kimin umurunda sen bir daha bu kapıdan girip kasketini çıkarıp annenin halini soramadıktan sonra.

Oğul, taziyene gel gel gör ki başımız sağ olacakmış olmasına da yüreğim sağ kalacak mı onu da sorsunlar bundan sonra.

Oğul, elimi öpüp götürdüğün alnın temizliğine şahidiz de, boynundan dökülüp soğuk soğuk öptüğüm son hediyen künyene kimler şahit olsun!

Kimler şahit olsun!

Beni en çok sarsıp toprağa doğru silkeleyen anne ağıtlarıdır. Kucağında bütün bütün tuttuğu evladını şimdi parça parça eteğine toplayıp gözyaşı DNA’sıyla tespit edecek olan anne ağıtları.. “Afyon’dan, Şırnak’tan, Bingöl’den ne istersin anne” sorusunu bir daha duyamayacak olan annedir beni sarsan.

Elinde ördüğü hırkayı sırtına koymayı düşünürken, şimdi sırtını bile bulamadığı oğlunun hatırasıyla gözyaşı ören anne.

Saçlarını yerden toplasam saçlarıma eklesem senin acınla bir günde beyazlayacaklar oğul diyen anneler sarsar beni.

“Rüyalarda buluşuruz” şarkısını duyunca, gömleğinin ucunu gözyaşıyla yıkayan babalardır beni sarsan.

Sana cennetten ne getireyim anne?

Her gün rüyama uğra, orada büyüdüğünü göreyim oğul… Kaç şehit, anne rüyasına girmek için kuyrukta olacak, belki de, en acılı çarşı izni budur azizim, El Fatiha..