Son yıllarda ve özellikle siyasetin ya da ideolojik yarılmaların beslediği bir “yalan çobanlığı”nı üzülerek müşahede ediyoruz…

Bu “yalan çobanlığı”nın gerçek kişilerde ve açık bir karşılığı olduğu gibi sosyal medyanın sahte hesapları tarafından yürütülen bir “yalancı çobanlık” boyutu da var…

Siyasetin açık figürlerinin iktidar için kendi kitlelerini etkilemek üzere soyunduğu “yalan çobanlığı” özellikle son yıllarda çok farklı “stratejik yalancılık” yöntemleri kullanıyor…

Hedefi belli, neyi nasıl yerinden edeceği çok hesaplı bir yalanın izi, çok ciddi bir kampanya ile sürülüyor…

Önceki yönetim tarafından ortaya konan bir eseri kendine mal etmek isteyen bir anlayışın öncelikle o esere ait hafızayı nasıl yok edeceği ile ilgili bir yalan stratejisi ortaya çıkıyor…

Bir yalanın ilk kim tarafından ve nerede sahaya sürüleceği ve kimlerin hangi noktada ve hangi yöntem, teknik ve sloganlarla buna destek olacağı en başından belirleniyor…

Bunu her yeni yalan saldırısında çok açık olarak görmek mümkün…

Sahada, geleneksel medyada, sosyal medyada adeta dört koldan gerçekleşen yalan taarruzunu başka bir zeminde nasıl izah edebiliriz ki…

Koordineli olmayan bir zeminde, bir “yalan çobanlığı” böylesine bir efekt oluşturabilir mi?

“Yalan çobanlığı”nın en hızlıları kuşkusuz “dijital ayaklar”ı ile saliseler ölçeğinde dünyaya mesajını ulaştırabilen internetin “dijital aylaklar”ı oluyor…

Adeta gerçeğe, hakikate karşı savaş ilanında bulunmuş bu “yalan çobanları”nın, hakikat adına ellerinde bir malzemelerinin olmaması, kıymet bilmeyişlerinin en önemli delilidir kanaatimce…

Kendi gerçekliğine karşı hoyrat bu avcılık, önce kendini yok etmeye yönelmiştir bu durumda…

Sınırlarını tamamen yalancının belirlediği ve yalanlarını nerede güdeceğine de yine yalancısının karara verdiği bu yalancılık, hakikat savunucuları karşısında avantajlı gibi görünse de, bu avantaj çok anlık ve kısa ömürlüdür…

Hakikat her daim ve kalıcı zeminde yalanı ve yalancıyı mahkûm etmiştir/eder; hakikatin sahibi ve koruyucusu Allah’tır çünkü…

Kulu, kendine düşen mücadelesinden azade de kılmaz bu garanti…

Her eser sahibine düşen en önemli görev, ortaya koyduğu esere ait hafızanın yalancılar tarafından tahribata uğratılmasını önlemektir…

Zira her eser sahibi, adını geleceğe taşımak ve hayırla anılmak adına bir çaba ortaya koymuştur…

Eser sahibini, “Balık bilmese de halik bilir” elbette; lakin kulların da hayırla yâd etmesi adına eserde izinin kalması önemlidir…

Gelecek nesillerin eser üretme ve hayırda yarışmasını sağlayacak en öneli motivasyon kaynakları, bu iki temele dayanır zira…

Bu vesileyle gerçeğimizi, “yalan çobanları”nın kendi sürüsüne katmasına müsaade etmeyecek bir mücadeleyi her daim zinde tutmak durumundayız…

Sağlam bir tahkimatla, bu yağmacı “yalan çobanları”na kaptıracak tek bir hakikatimiz bile olmamalı…

Bunun için stratejik yalancılığa karşı stratejik gerçekçilikle mücadele iyi bir anahtar olabilir…