1990’lı yıllar Türkiye açısından büyük bir kayıp olarak değerlendirilir. Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vizyon sahibi politikaları ile Türkiye hem içeride hem de dışarıda büyük bir ivme kazanmıştı. Türkiye, o dönemde bir yandan bağımsız olan Türk Cumhuriyetlerine yönelik önemli stratejileri hayata geçirmişti, bir yandan da eski Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Bosna’da başlayan savaşın sona erdirilmesi amacıyla etkili politikalar yürütüyordu. Türkiye’de PKK sorununun çözüme kavuşturulması amacıyla da ezberleri bozan adımlar atılmaya başlanıyordu. TİKA kurulmuş, gönül coğrafyamızla yeniden köprülerin kurulması için önemli adımlar atılmaya başlanmıştı. Özal’ın ölümüyle birlikte, ülkenin parlayan yıldızı bir anda söndürüldü. Türkiye başını iç meselelerden dış meselelere kaldıramaz hale getirildi. Türkiye, kendi sınırlarına çekilmek zorunda kaldı. O süreç içerisinde yaşananları kısaca hatırlayacak olursak, Karabağ’da devam eden savaşta Türkiye ilk başlarda gösterdiği etkin siyasetini savaşın sonlarında gösteremediği için Azerbaycan toprağı olan Dağlık Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgali bugün hâlâ devam ediyor. Bosna savaşının sonlarına doğru Türkiye kendi iç yapay sorunlarıyla uğraşmak zorunda kaldığı için Srebrenitsa gibi soykırımlar işlendi. Türkiye, Sırplar’ın yaptıkları katliamlar yerine, Mercümek davasını konuşmak zorunda bırakıldı. Rahmetli Aliyaİzzetbegoviç,Dayton Barış Anlaşması’nı imzalarken, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Sırbistan, Hırvatistan masanın bir tarafından otururken, Türkiye’ye bu masada yer verilmedi. Bu nedenle de merhum Aliya’ya adaletsiz bir anlaşma dayatıldı. Bu adaletsiz anlaşma nedeniyle bugün Bosna Hersek o yıllarda iç sorunlarıyla uğraşan Türkiye’nin kendisine sahip çıkamamasının sıkıntısını hâlâ yaşıyor. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nde ise iç sorunlarıyla uğraşan Türkiye’nin boşluğunu, diğer bölge ülkeleri doldurdu. Yine 1994 yılında ise Çeçenistan’da başlayan özgürlük ateşine Türkiye olarak kendi iç meselelerimizden dolayı destek veremedik. CaharDudayev’in yaktığı özgürlük ateşi de maalesef Ruslar tarafından kanlı bir şekilde söndürüldü.

1990’lı yıllar Türkiye için her yönden kayıptı. Enerjimizi içeride tükettik, dünyadaki ve gönül coğrafyamızdaki gelişmelere yabancı kaldık ve bir dahlimiz olmadı. Bu yılları içeride ise terörle mücadele, ekonomik krizler, koalisyonlar, irtica ile mücadele adı altında bu ülke insanının maruz kaldığı garip muamelelerle geçirdik.

Türkiye AK Parti iktidarı ile istikrar kazandı. Hatta geçmişin o karanlık yıllarını kimse hatırlamak dahi istemedi. Bir yandan içeride önemli ekonomik ve sosyal hamleler başlatıldı, yılların tabularına meydan okundu, diğer yandan vicdani diplomasi ile dünya barışı için önemli adımlar atıldı. Gönül coğrafyamızla bizleri buluşturdu, dünyadaki Müslümanlara sürur verdi. Ancak dünyanın egemen güçleri, vicdani diplomosiden rahatsız oldu, haksızlıkları yüzüne haykıran Türkiye’nin bu yükselişini durdurmak için son yıllarda hamle üstüne hamle yaptı.

En son hamlelerinden birisi ise önceki gün Suruç’ta gerçekleştirildi. Bu hamlelerin amacı ve hedefi açık ve net olarak görülüyor; Türkiye’yi 1990’lı yıllarda Özal’ın vefatının ardından bıraktıkları karanlık günlere geri döndürmektir. Ancak “Müslüman bir delikten iki kez sokulmaz”. Müslüman feraseti bunu gerektirir. Türkiye aleyhine yaptıkları planlar, kendi ayaklarına dolanacaktır. Türkiye’nin bu yürüyüşünü Allah’ın izniyle kimsenin durdurmaya gücü yetmeyecektir.