Türk İş Birliği ve Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) destekleriyle Uluslararası Türk Akademisi’nce, Altay Dağları’nın denizden 2 bin metre yükseklikteki Karakaba Yaylası’nda yapılan kazılarda bulunan objeler, bu bölgenin tarihte Türklerin zor zamanlarda sığındığına inanılan “Ergenekon” (Kazakça: yüksek yerdeki konak) olduğu iddialarını güçlendirdi.

Türkiye’de hükümete karşı 17/25 Aralık darbesini planlayanlardan ve geçtiğimiz günlerde yurt dışına kaçan Zekeriye Öz’ün bir dönem yürüttüğü soruştumaya verdiği ad olan “Ergenekon”, yıllarca Türkiye’de tartışıldı. Ancak “Ergenekon” her ne kadar Öz’ün yürüttüğü soruşturmada “terör örgütü” olarak lanse edilse de, aslında gerçek Ergenekon, efsanelerde, Türklerin tarihte sıkıntılı dönemlerinde sığındığı, güçlenip tekrar tarih sahnesine indiği, kimsenin ulaşamayacağı, yüksek yerlerde bulunan yeryüzünde “cennetten bir köşe” olarak tanımlanıyor…

Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Ergenekon’un neresi olduğuna dair, bilim adamları ve arkeologlar yıllarca çalışma yürüttü. Türkiye, Kazakistan, Azerbaycan ve Kırgızistan devlet başkanlarının ortak girişimiyle 2012 yılında kurulan Uluslararası Türk Bilim Akademisi, TİKA’nın destekleriyle yıllardır “Ergenekon nerede?” sorusunun cevabına açıklık getirdi.

Uluslararası Türk Bilim Akademisi’nin organizasyonuyla, arkeologlar tarafından Altay Dağları’nda yürütülen çalışmaları yerinde izlemek amacıyla, Türkiye, Kırgızistan ve Azerbaycan’dan davetlilerin katılımıyla program düzenlendi.

Programa, Uluslararası Türk Bilim Akademisi Başkanı DarhanHıdırali, TİKA Orta Asya ve Kafkasya Dairesi Başkanı Dr. Ali Özgün Öztürk, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Musa Yıldız ve öteki yetkililer katıldı.

Kazakistan’ın başkenti Astana’dan uçakla Öskemen’e, daha sonra araçlarla ve feribotla göller ve nehirler aşılarak, uçurum kenarındaki dar yollar kat edilerek nefes kesen bir yolculuğun ardından Altaylar’ın 2 bin metre yüksekliğindeki Karakaba Yaylası’ndaki kazı bölgesine gün batımında varıldı.

Etrafı sarp dağlar ve ormanlıklarla kaplı, tek giriş yeri olan, yakın zamana kadar altın ve demir madenlerinin işletildiği, nehirlerin ve kaynak sularının bolca olduğu Karakaba Yaylası, “Ergenekon” (Yüksek Yerdeki Konak) ismiyle de bire bir örtüşüyor. Bu yaylada TİKA’nın destekleriyle, Uluslararası Türk Bilim Akademisi tarafından yürütülen çalışmalarda yapılan kazılarda bulunan objeler ise bu bölgenin tarihte Türklerin zor zamanlarda sığındığına inanılan “Ergenekon” olduğu iddialarını ise bir hayli güçlendiriyor.

İskitlere ve Göktürkler’e ait

hayat izleri bulundu

Bölgede yürütülen kazıların başındaki Kazak Arkeolog Prof. Dr. Zeynullah Samaşev, bölgede açtıkları kurganlar ve burada bulunan malzemeler hakkında davetlilere bilgi verdi.

Prof. Dr. Samaşev, bölgede yaklaşık 60-70 civarında kurgan tespit ettiklerini ve bunların bir kısmında çalışmaları tamamladıklarını ifade etti. Kurganlar’da İskit ve Hun dönemi ile MS 7-8. yüzyılda bölgede yaşayan Göktürkler dönemine ait kopuz, ud, keman gibi müzik aletlerinin yanı sıra kılıç, kamçı, sadak ve ok gibi savaş aletleri bulduklarını ifade etti. Prof. Dr. Samaşev, bulunan kurganlarda, insanların atlarıyla ve eşyalarıyla birlikte gömüldüklerini ve bunların yanlarına ise sevdikleri eşyaların bırakıldığını kaydetti.

Bugüne kadar başka hiçbir yerde 3 müzik aletinin bir arada bulunmadığını dile getiren Samaşev, bölgenin,dış etkenlerden korunaklı ve insanların barış içerisinde yaşadıkları bir yer olduğunu, müzik aletlerinin, bulunan altın ve diğer eşyaların da bunun kanıtı olduğunu belirtti.

Bölge coğrafyası Ergenekon Destanı’nda geçen yerle birebir örtüşüyor

Uluslararası Türk Bilim Akademisi Başkanı DarhanHıdırali ise yaptığı açıklamada, Altay Dağları’nın Kazakistan kısmındaki eteklerinde olan KatonKaragay ilçesi ve civarında daha önce kazılar yapıldığını ve buralarda İskit-Sarmat, Hun ve Göktürk dönemlerine ait hakanların mezarlarının ve eşyalarının bulunduğunu bildirdi. Ancak Karakaba Yaylası’nda ilk defa kazılar yapıldığını belirten Hıdırali, burada da İskit-Sarmat dönemi ile Göktürkler’e ait kurganların tespit edildiğini kaydetti.

Ancak 60-70’e yakın Göktürkler dönemine ait kurganların bu bölgede bulunduğunu anlatan Hıdırali, “Bu da gösteriyor ki MS 7-8. yüzyılda dağın zirvesindeki bu bölgede bir hayat varmış. Burada birkaç nesil insan topluluğu yaşamış” dedi.

Altay Dağları’nın alt kısımlarında geniş ovalar ve sular bulunurken, bu bölgenin “neden yerleşim yeri olarak seçildiği” üzerine uzun bir çalışma yaptıklarını anlatan Hıdırali, şu bilgileri verdi:

“Geçen yıl bu bölgede 1 hafta kaldık ve kazı çalışmalarına katıldık. İnsanların denizden 2 bin metre yükseklikteki bu alanı tercih etmesi bizleri düşündürdü.

Etrafı kale gibi sarp dağlarla ve ormanlarla çevrili ulaşılması zor bir bölgenin tercih edilmesi düşündürücüdür. Burası bana Ergenekon Destanı’ndaki yeri hatırlattı. Çünkü efsanelerde, hep Altaylar’dan bahsedilir. Altaylar hep Türklerin geçiş noktası olmuştur. Bu coğrafyanın büyük şairi Mağcan Cumabay, Çanakkale Savaşı sırasında Anadolu’daki kardeşlerine hitaben yazdığı şiirinde, ‘Kardeşim sen o yanda, ben bu yanda/Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza/Layık mı kul olup durmak? Gel gidelim/Altay’a, ata mirası altın tahta’. Aslında bu şairimiz bir efsaneyi dile getiriyordu. Ben bu şiiri okuduktan sonra Ergenekon’un Altaylar’da olacağını düşündüm. Bu kadar çok kurgan başka bir yerde bulunmamıştı. Aslında Altaylar’da çok kurgan var. Ancak onlar tek tüktür. Çok yükseklerde bu kadar çok kurgan daha önce Altaylar’da başka bir yerde bulunmamıştı. Bu kurganlar, insanların böylesi yüksek bir alanda birkaç asır yaşadıklarını gösteriyor. Altın ve demir madenlerinin bulunması, yakın zamana kadar işletilmesi ise efsaneyle uyuşuyor. Ayrıca bu bölgenin sadece bir girişinin bulunması, Doğu Hunlar ve Doğu Göktürkler’in batıya göç ederken Altay’daki bu bölgeyi bir istasyon olarak kullandıklarını gösteriyor. Altaylar, Türklerin hep zor zamanında sığınağı olmuştur. Yok olmak üzere olan Türklerin sığındığı bu yerden daha sonra güçlenerek yeniden tarih sahnesine çıktığını görüyoruz.

Kazılarda çıkan müzik aletleri ve diğer eşyalar burada insanların savaşsız bir hayat yaşadığını gösteriyor. Çıkan ceset kalıntılarında ise herhangi bir darbenin olmadığı ve ölümlerin normal olması bu iddialarımızı güçlendiriyor. Burada savaştan uzak, huzurlu bir toplum olarak yaşanılıyor. Ergenekon’un, savaşın olmadığı, huzur ve bereketin bulunduğu bir yer olduğunu bizler efsaneden biliyoruz. Ergenekon, yeryüzündeki “cennet” olarak da adlandırılıyor. Burası da tabiat olarak yeryüzündeki bir cenneti andırıyor, bu da yine bu bölgenin efsanedeki Ergenekon olduğunu destekliyor.”

Türk tarihinin kendi kaynaklarında hep sözlü olarak aktarıldığını, bu nedenle Türk tarihinde destanların çok önemsendiğine işaret eden Hıdırali, ayrıca tarihe en iyi malzemenin de arkeoloji olduğuna dikkati çekti.

Kendilerinin de destanlardan yola çıkarak, arkeolojik kazılarla, Türk tarihinin bir dönemini aydınlatmaya çalıştıklarını ifade ederek, “Biz sadece bir efsanenin peşinde değiliz. Tarihimizi günyüzüne çıkartıp nesillerimizin geçmişini bilmesini istiyoruz” dedi.