Türkiye’nin gündemini son günlerde ipleri dış odakların elinde olan terör örgütlerinin eylemleri meşgul ediyor. Bir yandan “İslam” adı altında işledikleri cinayetler, sergiledikleri eylemlerle modern çağın “Haricileri” görünümündeki IŞİD, diğer taraftan Kürtler adına mücadele ettiğini ileri süren PKK. Bölge tarihine baktığımız zaman bu örgütlerin yaptıklarına aslında bizler çok da yabancı değiliz. Tarihin hemen her döneminde, bu tür yapılanmalar devletlerin istikrarına, insanların güvenliğine kastetmişlerdir. Ancak bu tür yapılanmaların muzaffer olduğu hiçbir dönem olmamıştır.

Büyük Selçuklu Devleti, bir yandan fetihlerle, zaferlerle, ilimle, irfanla meşgul olurken, bir yandan da Alamut Kalesi’ni kendilerine üs edinen Hasan Sabbah’ın “Haşhaşileri”yle uğraşmıştır. Hasan Sabbah, Alamut’u kendisine üs edindikten sonra 34 yıl boyunca Büyük Selçuklu ve Abbasilere yönelik mücadele etmiş, aralarında Nizamülmülk gibi önemli devlet adamının da bulunduğu 50’ye yakın üst düzey yöneticiye yönelik suikast gerçekleştirmiştir. Ancak Hasan Sabbah işlediği cinayetlerle bugün lanetle anılırken, Büyük Selçuklu ve torunları yıllarca Haçlılara karşı verdikleri mücadele ve İslam’ın bayraktarlığını yaptıkları için minnet ve şükranla anılıyor.

Osmanlı döneminde de devlete karşı isyanlar bitmemiştir. Bu isyanlar, sadece Osmanlı’nın gerilemesi ve zayıf düştüğü zamanlara ait değildir. İstanbul’u fetheden ve Hazreti Peygamberin övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmed, Edirne’de çocukluğunda sarayda birlikte okuduğu İskender Bey’in isyanıyla 25 yıl boyunca uğraşmıştır. Teşbihte hata olmazsa İskender Bey’in Osmanlı’ya karşı verdiği mücadeleyi, bugün terör örgütü PKK’nın mücadelesine benzetebiliriz. İskender Bey, ilk olarak kendi soyundan olan Müslüman Arnavutları kılıçtan geçirdi. İslamiyet’ten çıkarak Katolik oldu, Papa tarafından “Kutsal Orduların Komutanı” unvanı kendisine verildi. 25 yıl boyunca Arnavutluk’un sarp dağlarında Osmanlı ordularına karşı mücadele etti. Binlerce akıncıyı kurduğu pusularla kılıçtan geçirdi. Ancak İskender Bey, 25 yıllık mücadelesinde amacına ulaşamadı. Fakat Batı’nın bir süre rahat nefes almasını sağladı.

Yavuz Sultan Selim’in de bir yandan devletin sınırlarını tahta oturduktan sonra 2.5 kat genişlettiğini, diğer yandan da Anadolu’daki Türkmen isyanlarıyla uğraştığını tarih kitapları yazar.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde de Batı’ya sefer üstüne sefer gerçekleştirildi. Ancak ordu her sefere çıkışında, bir yandan İran arkadan vurdu, diğer yandan Karadağ’da ve Dalmaçya’da isyanlar çıktı. Boşnaklar’ın bugün çok sevdiği ve Bosna’da 17 yıl Sancak beyliği yapan, hayatı İslamiyet’i yaymakla geçen, emri altında bulunan 10 bin kadar deli kuvveti (serdengeçti) ile devamlı olarak hududlarda cihad eden Gazi Hüsrev Bey de 1541 yılında Karadağ’daki bir Sırp isyanını bastırdığı sırada şehid oldu.

Osmanlı hemen her döneminde isyanlarla uğraştı, ancak fetihlerden de geri durmadı. İsyanlara karşı hiçbir zaman müsamaha göstermedi. Adaletten ayrılmadı, kimseye zulmetmedi. Farklı etnik topluluklara, dil, din, ibadet, yaşam, seyahat gibi özgürlükler bahşetti. Şehirleri imar etti, insanları abad etti. Yani isyan ile adalet arasındaki o ince ayarı kaçırmadı.

Şimdi bugün Türkiye’de yaşananları, Osmanlı’nın o muhteşem zamanlarındaki gelişmelere benzetebiliriz. Bugün Türkiye, AK Parti ile birlikte yakaladığı yükselişini devam ettirecektir. Ancak dünün isyan olarak adlandırılan, bugün ise terör denilen şebekelerine karşı ise müsamaha gösterilmeyecektir. Fakat terörle mücadele ile adalet arasındaki o ince çizgiye de dikkat edilecektir. Çünkü bugünün Türkiye’si 1990’ların Türkiye’si değil…Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bu süreçteki kararlılığı ve mesajları o ince çizgiye çok dikkat edileceğini gösteriyor. Eski Türkiye’nin düştüğü hatalara düşülmeyecektir.