ABD, İsrail’in Gazze’ye yönelik 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısından sonra başlattığı katliamların neredeyse her aşamasında ilk andan beri yer aldı. Henüz savaşın ilk günlerinde Doğu Akdeniz’e Gerald R. Ford uçak gemisini çeken Washington yönetiminin üst düzey yetkilileri, sırayla Tel Aviv’i ziyaret ederek İsrail’e hem akıl verdi hem uyardı hem de destek verdi.

Aksa Tufanı’nın İsrail’e verdiği acıyı çok iyi bilen Joe Biden ve ekibi, işgal devletinin vereceği her karşılığı peşinen destekledi. Ancak ilk günden beri şerh koydukları şey Gazze’ye yönelik bir kara operasyonuydu. ABD’li yetkililer, hem İsrail ordusunun Gazze’deki durumuna hem de İsrail iç kamuoyunun durumuna bakarak kara operasyonu yapılacaksa bile sınırlı olması gerektiğini her fırsatta söyledi. Buna karşılık özellikle Biden ve Blinken, siyasi olarak İsrail’e sürekli destek açıklamaları yapmasına rağmen zaman zaman “sivil hassasiyetinden” de bahsetti.

İsrail’in katliamları arttıkça maliyeti de artıyor ve tabii ki maliyet arttıkça hem ABD hem de İsrail’deki iç kamuoyunun baskısı da. Hiç şüphesiz Washington ve Tel Aviv, sivil toplumun bu denli bir baskı kuracağını hesap edememişti. Yaşanan süreçte her ne kadar hesap verebilecekleri bir mekanizma olmasa da kendi halklarının vicdanında ciddi bir yara açmış görünüyorlar.

Bununla birlikte ABD’de yaklaşan 2024 seçimleri de siyaset içindeki dalgalanmaları göz önüne getiren bir olgu hâline geldi. Biden, 2020 seçimlerini kazanmasında önemli bir rol oynayan Minnesota, Michigan ve Florida başta olmak üzere altı eyaletteki Müslüman seçmenlerin temsilcileri ile 31 Ekim’de Beyaz Saray’da bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantıda, İsrail’in Gazze’deki saldırılarında sivillerin zarar görmemesine dikkat etmesi için İsrail hükûmetiyle konuşacağına dair söz veren Biden, devamında bu sözünü yerine getiremeyince Müslüman dernekler, Biden’a oy verilmemesi yönünde kampanya başlattı.

Son dönemde ise ABD’li yetkililerden çelişkili açıklamalar peş peşe geliyor. Örneğin Biden’ın yardımcısı Kamala Harris, geçen cumartesi günü İsrail’in sivilleri öldürdüğünü ve bunun durdurulması gerektiğini açıkça söylerken ertesi gün Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, “Sivilleri İsrail değil Hamas kasten öldürüyor.” denildi.

İşler kontrolden çıkmış olabilir

Bu çelişki, ABD yönetiminin yeknesak olmadığı gerçeğini bir kez daha ortaya çıkarıyor. Aslında bu durum yalnızca İsrail-Gazze meselesinde değil örneğin Ukrayna meselesi ya da geçmişte Suriye ve Afganistan meselelerinde olduğu gibi bir çok meselede kendisini göstermişti.

Klasik bir bakış açısıyla çelişkinin sebebi, lobilerin etkisi altındaki siyasetçilerin çıkarlara alet olması şeklinde açıklansa da bu tam olarak da öyle değil. Zira ABD’li siyasetçileri konuşturan tek şeyin lobilerin baskısı olduğunu söylemek havada kalan bir iddia olur. Bunun yerine ABD siyasetinin de çok parçalı bir siyaset olduğu gerçeğinin göz önünde bulundurulması gerekiyor.

Özellikle de seçimlerin yaklaşması ve ABD içinde ciddi ekonomik ihtilaflar yaşanması, işleri Biden yönetiminin kontrolünden çıkarmış olabilir. Her ne kadar Biden’ın yıllar önce yaptığı kendisinin bir siyonist olduğu yönündeki açıklamalar öne sürülerek İsrail yönetimine kayıtsız şartsız destek verdiği söylense de içte yaşanan siyasi pazarlıklar ve demokratların siyasi mücadelesi göz önüne alındığında çelişkili açıklamaların içteki tarafların ateşini söndürmeyi hedeflediği söylenebilir.

ABD istediğini aldı mı?

Gazze’deki çatışmanın yarattığı fırtına birçok şeyi görünmez kılarken ABD yönetiminin Orta Doğu’daki hareketliliğini de gözlerden kaçırıyor. Zira normal şartlarda ciddi bir gündem oluşturması gerekirken ABD’nin Basra Körfezi’nden Umman Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz’e kadar bölgeyi savaş gemileri ve askerî birliklerle çembere alması gözlerden kaçan ilginç bir gelişme oldu.

Daha önce Basra Körfezi’ne savaş uçakları ve 3 bin civarında asker konuşlandıran Washington yönetimi, Gazze sürecinin başlangıcından beri bölgeye ikisi uçak gemisi diğeri bombardıman gemisi olmak üzere üç savaş gemisi ve onlarca bot sevk etti. Gerald R. Ford, Doğu Akdeniz’de beklerken Basra Körfezi’ne de Dwight Eisenhower demirledi.

ABD’nin, İsrail’in başına gelen bu felaketi kendisi açısından doğru kullandığı görülüyor. Dolayısıyla bölgeye yerleşim süreci tamamlandıkça İsrail konusunda çelişkili açıklamaların gelmesi ve süreç tamamlandığında ABD’nin Tel Aviv’i saldırıları durdurması için baskı altına alması uzak bir ihtimal değildir. Unutulmamalıdır ki Doğu Akdeniz’e gelen uçak gemisi yalnızca bölge ülkelerine değil İsrail’e de ciddi bir baskı unsuru olmuştur ve bu ileride Tel Aviv’in dizginlerinin iyiden iyiye Washington’un eline geçmesine sebep olabilir.