Rusya’nın Şubat 2022’de başladığı Ukrayna işgali enteresan bir seyir takip etti. Başlangıçta Ukrayna topraklarına giren Rus birlikleri savaşı kısa süre içinde bitirerek üslerine geri döneceklerini düşünüyordu. Zira bu savaştan 15 yıl önce Gürcistan’da benzer bir operasyonda bir hafta içinde başkent Tiflis’e ulaşarak Gürcistan hükümetini taleplerini kabul etmeye zorlamayı başarmışlardı.

Bazı yerel kaynaklar, Ukrayna’ya girdikten sonra sert bir direnişle karşılaşıp kayıp vererek geri çekilen Rus kuvvetlerinin geride bıraktığı cesetlerin üzerinden bir savaş programı çıktığını bildirmişti. Bu programda, kabaca sabah kahvaltısından sonra hareket, öğlen arası ve akşam saatlerinde Kiev’e varış şeklinde basit bir süreç yer alıyordu. Ancak Rus kurmaylarının bu programı yaparken tasarladıkları süreç işlemedi.

Özellikle savaşın ikinci yılında paralı militan grubu Wagner ile yaşanan ve Wagner’in ele başı Yevgeny Prigozhin’in ölümüne kadar devam eden süreçte ve devamında Ukrayna’nın Haziran ayı itibariyle başlattığı karşı saldırıda Rusya’nın bu savaşı kaybedeceğine dair ön görüler her geçen gün güç kazanıyordu. CNN’in bu hafta yayımladığı raporda, Rusya’nın Ukrayna’da toplam askeri personelinin yüzde 87’sini kaybettiği ve ölü asker sayısının 350 bini aştığı belirtiliyor. Yine Rus kuvvetlerinin verdiği zırhlı araç zayiatının toplam envanterinin üçte birini oluşturduğu iddia ediliyordu. Bu rakamlar her ne kadar abartılı olsa da özellikle Temmuz-Ağustos-Eylül döneminde Ukrayna’nın Karadeniz ve Azak denizindeki Rus donanmasına yönelik üst üste etkili saldırılarıyla Rusya’nın Karadeniz’deki donanma gücünün kırıldığı bir gerçek.

Buna karşılık doğuda işgal edilen Donetsk, Luhansk, Zaparozhia ve Herson’da Rusların ciddi bir gerileme yaşamaması Putin’in bu savaştan zaferle ayrılma olasılığını hala hayatta tutmasına yardımcı oldu.

Şartlar değişiyor

Hiç şüphe yok ki Ukrayna’nın bu direnişi göstermesindeki en büyük etken ABD, NATO ve Avrupa Birliği’nin sağladığı askeri ve mali destekler en önemli rolü oynadı. ABD tek başına Ukrayna’ya yaklaşık 50 milyar dolar değerinde mali destek sunarken NATO ve AB’nin verdiği destekle birlikte Ukrayna’ya giden mali ve askeri desteğin değeri 80 milyar doları aşıyor.

Bu destek içerisinde en dikkat çekeni Patriot ve diğer hava savunma sistemlerini bir kenara bırakırsak Almanya’nın Leopard tankları ve ABD’nin Abrahams tankları ile F-16 savaş uçakları oldu. Almanya, uzun süre Leopard tankları vermemekte dirense de sonunda bu yardımı sağlamak zorunda kaldı. ABD ise Türkiye gibi önemli bir NATO müttefiki olan bir ülkeye F-16 modernizasyonunda büyük zorluklar çıkarırken Ukrayna’ya düşünmeden bu uçakları verdi.

Bütün bunlara rağmen Haziran ayındaki karşı saldırıda istenilen sonucun alınamaması NATO’daki komutanları öfkelendirse de NATO ve AB’nin Ukrayna’daki savaşı kazanma dışında bir seçeneği yok. Zira Rusya’nın Ukrayna’yı aşması AB ülkelerini doğrudan bir tehdide maruz bırakacaktır ki bu gerçeğin özellikle Polonya, Litvanya ve Finlandiya gibi AB üyesi ülkeler oldukça farkında.

Ukrayna’da durum bu haldeyken ABD’de ise yaklaşan 2024 seçimleri öncesi tarafların kavgası devam ediyor. Zira Biden yönetimi, Ukrayna’ya ek olarak İsrail için de ciddi bir mali yükün altına girmiş ve iki ülkeye Pentagon için sağlanan 886 milyar dolarlık dev savunma bütçesinden 110 milyar dolar civarında bir pay ayrılmasını istemişti. Bu noktada, ABD siyasetindeki çatlak daha önce hiç olmadığı kadar kendini gösterdi. Seçimlerin muhtemel galibi Donald Trump, daha önce “Başkan olduğumda Ukrayna sorununu 24 saatte çözeceğim” derken bu çözümünü açıklayarak, “Ukrayna’nın egemenliğini koruması topraklarının bir kısmından vazgeçmesine bağlı” diyerek Donetsk ve Luhansk’ın Rusya’ya bırakılmasına işaret etmişti. Trump’ın bu konudaki tavrı Putin ile uyuşuyor. Zira Putin de savaşın sona ermesinin ön şartı olarak Ukrayna’daki kazanımlarını garanti altına almayı ve Kiev’i tarafsız kalmaya mecbur etmeyi gösteriyor. ABD’deki cumhuriyetçi ve demokrat vekiller, İsrail’e destek konusunda birleşirken cumhuriyetçiler, aşırı bir mali yük getireceği konusunda kendi açılarından haklı bir itirazı öne sürerek İsrail ya da Ukrayna’dan birinin tercih edilmesini ve sonuçta Ukrayna’ya yardımın durdurulmasını istiyor.

Ukrayna açısından Biden’ın gitmeden önce 110 milyar dolarlık bütçeyi kabul ettirmesi kritik bir önem taşıyor. Zira bütün imkanlarını kullanan Ukrayna, Rus işgalcileri topraklarından çıkaramadı ve neticede ya tamamen savaşı kaybetmek ya da Putin’in taleplerini kabul etmek seçenekleriyle yüz yüze.

AB iç ihtilaflarını aşabilir mi?

Bu tabloyu göz önünde bulundurarak AB’nin Ukrayna’yı birliğe kabul etmek için müzakerelere başlanacağını ilan etmesini okuduğumuzda bu kararın hiç de kolay olmadığını ve Ukrayna’daki savaşın müddetini uzatacağını söyleyebiliriz. Bununla birlikte AB’nin bu yükü tek başına omuzlama şansının da düşük olduğu bir gerçek.

İngiltere’nin Brexit ile birlikten ayrılması birliğe ciddi bir zarar verdi. Bunun yanı sıra Macaristan’ın Ukrayna yükünün omuzlanmaması noktasındaki inatçılığı ve bazı üye ülkelerin söz konusu mali yükün altına girmekten çok uzak olması AB açısından Ukrayna’nın birliğe dahil edilmesi kararını büyük bir maliyet haline getirebilir.

Ukrayna’nın aşılması halinde AB ülkelerinin Rus tehdidiyle karşı karşıya kalacağı gerçeği ise can sıkıcı bir şekilde ortada duruyor. Sonuçta, AB her ne kadar Ukrayna yüküne hazır olmasa da ABD’nin devre dışı kalması halinde ya Rusya gerçeğine boyun eğmek ya da Ukrayna’ya desteği sürdürerek ciddi bir dağılma riskini kabul etmek seçeneklerinden birini seçmek durumunda kalacaktır. Her iki seçenek de AB için ciddi bir felaket anlamına geliyor.