Saatimiz akıllı, evimiz akıllı, telefonumuz akıllı… Peki ya biz? Etrafımızdaki her nesne, her cihaz teknolojiyle donanıyor; bizse bu “akıllı dünya”nın ortasında gitgide daha yorgun, daha dağılmış, daha da meşgul bir hale geliyoruz. İnsan, teknolojik gelişmelerin tam kalbinde yer alsa da, o kalpte kendine yer bulmakta zorlanıyor. Daha çok işimizi teknolojiye devrettikçe, zihinsel yükümüzün hafiflemesi gerekirken, tam tersine çoğalıyor.

Otomatik hatırlatıcılar, kişisel asistanlar, algoritmalar, yapay zekâlar… Hepsi “bizim yerimize” düşünüyor, planlıyor, öneriyor. Ama düşünmeye bile zaman bulamadığımız bir hayat, gerçekten bizim hayatımız olabilir mi? Artık sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da otomatikleşiyoruz. Hızlı seçimler, hızlı yanıtlar, hızlı tıklamalar… Derin düşünceye, sorgulamaya, durup soluklanmaya yer kalmıyor. Zihin, sürekli bir veri akışının içinde çırpınıyor.

Bir gün içinde kaç karar veriyoruz? Ve bu kararların kaç tanesi gerçekten bize ait? “Bunu senin için seçtik” diyen sistemler, konfor vaadiyle hayatımıza girerken, seçim hakkımızı elimizden alıyor olabilir mi? Biz farkında olmadan yönlendirilen, şekillendirilen birer kullanıcı profiline dönüşüyoruz. Tercihlerimiz, alışkanlıklarımız, hatta fikirlerimiz bile algoritmaların tahmin gücüne yenik düşüyor. Oysa teknoloji, insanı yedek parça değil, merkez yapmalıydı.

Ama merkeze dönebilmek için önce kendimize dönmemiz gerekiyor. Belki de mesele, akıllı teknolojilere sahip olmak değil, bilinçli bir kullanıcı olmayı öğrenmekte yatıyor. Evet, teknoloji konfor sağlıyor ama aynı zamanda bağımlılık da yaratıyor. Her yeni uygulamayı indirirken, her yeni özellikte heyecanlanırken, kendimize sormayı alışkanlık haline getirmeliyiz: “Buna gerçekten ihtiyacım var mı? Bu benim düşünme biçimime katkı mı sağlıyor, yoksa onu köreltiyor mu?”

Çünkü en güçlü yapay zekâ bile, farkında bir insanın yerini tutamaz. Farkındalık; teknolojinin neresinde durduğumuzu, onun bizi nasıl şekillendirdiğini görebilme becerisidir. Ve bu farkındalık, ancak bilinçli bir yavaşlamayla mümkündür. Bazen yavaşlamak, durmak ve düşünmek en büyük ilerlemedir. Zihinsel tembelliğin panzehiri de, teknolojiyle sağlanan hız değil; insanın kendine dönüp sorduğu o içten sorulardır.

Unutmayalım: Teknoloji bir araçtır. Onu nasıl kullandığımız, kim olduğumuzu da belirler. Akıllı bir hayat ancak bilinçli bir zihinle anlam kazanır. Yoksa her şey akıllı olurken, biz kendi düşüncelerimizden uzak, yalnızca yönlendirilen birer kullanıcıya dönüşebiliriz.