Nihal Candan hayatını kaybetti. Ölüm haberlerinde ‘Sosyal Medya fenomeni’ olarak anıldı. Kısaca; ‘fenomen’. Türkiye onu ve kardeşini bir televizyon kanalının moda programında tanımıştı.

Kumaşı tam ekranın aradığı renk tonundaydı. Dünyayı keşfedip ötesine geçmiş, her şeyi görüp rahata ermiş gibi kaygısız görünüyor, taşkın özgüveniyle, rakiplerinin, hâttâ jüri üyelerinin sinirlerini zıplatıyordu.

Kısa zamanda ünlendi. O artık bir ekran markasıydı. Lüks bir hayata ulaştı. O aşamadan sonra işler karıştı. Oraya girmeyelim. Tutuklanıp hapse atıldı.

Cezaevinde, görünerek var olma hakkı elinden alındığında, onun yerine ne koyacağını bilemedi; ne tepki vereceğini kestiremedi ve -kendi deyimiyle- kendini kapattı. Bir çeşit yemek yiyememe hastalığı olan 'anoreksiya nervoza'ya yakalandı. Çok zayıflayınca tahliye edildi. Ailesinin yanında kalmaya başladı.

Yaşadıklarını anlatırken “hiçbir zaman, olduğum gibi görünemedim” diyecekti. Esaslı bir itiraftı. Devamını biz getirebiliriz; “demek ki; hiçbir zaman, göründüğü gibi olmayı da başaramamıştı.”

Aslında hastalığını atlatamadığı ortaya çıktı. 29 kiloya kadar düştü. Hastaneye kaldırıldı. Organ yetmezliği teşhisi kondu. 20 Haziran’da son nefesini verdiğinde henüz 30 yaşındaydı.

Sistemin merkezinde, dikkat çekerek var olan, beğenilerek varlığını büyüten, tıklanma sayısının artışıyla ışıldayan ve sistemin alaborasında sönen, anaforunda kaybolan bir hayat. Allah rahmet eylesin. Yakınlarına sabırlar diliyorum.

SÖZ KONUSU SİSTEM

Bir ekranımız varsa, parmağımız o ekrana dokunuyorsa, sizin de, bizim de parçası olduğumuz bir sistem bu. Olmazsa olmazı bir ekran. Ön yüzü çok renkli olan bu ekranın arka tarafı epey karışık. Gerçeklik bir istisna, kural olan sahtelikler.

Algoritmalar, tüketim alışkanlıkları, seyir zevkleri, toplumsal kümelenmeler vs.

Yalanlar, sahtelikler, -mış gibi görünmeler, -mış gibi göstermeler vs.

Patronlar, oyuncular, oyuncaklar, cambazlar vs.

Seyredileceksin, beğenileceksin, şaşırtacaksın, marka olacaksın, merak edileceksin...

Görünür olmakla beslenen ve sürekli o pozisyonda kalmaya zorunlu hayatlar. ‘İçerik üretmek’ nispeten yeni bir tabir. Bir sahicilik çerçevesi gibi görünse de tam bir tarifi yok.

Zira bütün hayatını dijitale taşısan da o canavar doymuyor. Hep hayattan fazlasını istiyor.

Seyircinin de belli bir tanımı yok. Neyi sevip, neyi sevmediği belli değil. Uçuyor, kaçıyor, sürekli yer değiştiriyor, yakalayana aşk olsun.

Kurallar da net değil. Netleşmesi de beklenmiyor. Akşamdan sabaha değişiyor.

Moda olan eğilimlerin ömrü saatle ölçülüyor. Yetişemezsen açıktasın.

Varlığını, sözünü, kazancını, neşeni hep o ekrana bağlamışsın. Tam göremediğin çarkların acımasız döndüğünü de hislerinle biliyorsun. Her an unutuluşa terk edilebilirsin. Düşebilirsin. Düşmen gerçek olursa tıklanman da coşar. Açıkçası; coşar. Çünkü düşüş gerçek bir içeriktir gözü sürekli ekranda olanlar için.

Dijital terminolojideki Story’yi hikayenin karşılığı zannedersen yanılırsın. Hikayen sana eşlik eden, yazdığın, cümleler arasında boşluk bıraktığın, sana yük olmayan bir iz. Story öyle değil. İçindeki boşlukla, toplu gösteriye dahil olmanın bir yolu.

KOORDİNATLARIMIZ

İşte tam oradayız. Çok görüyoruz. Hep seyir halindeyiz. Görüntüler, seyir obezi olmuş, yorgun gözlerimizin önünden durmaksızın akıyor. Yeni gelen görüntü bir öncekini siliyor.

Hiç duymuyoruz. Çığlık olsa da sesleri duymuyoruz. Burada ya da orada olsalar da, tek kadın ya da çok kadın olsalar da, çocuk olsalar da… Hatta “ölüyoruz” deseler bile.