Dedem bir koyun çobanıydı. Ekmeğini dağlardan, tepelerden, tarlaların kenarında biten otlardan toplardı. Bir koyunu öldü mü, kurt kaptı mı, ayağı tabak oldu mu, evladına üzülür gibi üzülürdü. Ata iyi binerdi. Mutlaka emektar bir eşeği olurdu. Sürünün ardından eksik olmayan iki kırma köpek mutlaka dedemin yakınında dururdu. Köyde olduğunda vakit namazlarına mutlaka camiye giderdi. Cam gibi boncuk boncuk mavi gözleri vardı. Ümmi idi. Doktor, eczacı, öğretmen, asker, hoca onun için devlet demekti. Hiçbir zaman onların karşısında laubali olmaz, hatta lisanı bile incelirdi. Hürmetliydi. Dört seneyi geçkin askerlik yapmış. İki seneye yakın yol yapımında devlete vazifesi diye karın tokluğuna çalışmış.

Dedem bir koyun çobanıydı. Ne kültürel iktidar, ne siyasal iktidar, ne mahalle baskısı ne de ulufeyle muktedir ya da muhaliflerin goygoyculuğunu yapmadığı gibi onları bilmezdi. Hatta çikolatayı bırakın jelibon şekerin dahi tadını alamadan gitti bu dünyadan. Lokum, akide şekeri, cam şekerler vardı onun dünyasında. Çikolata olmadan da dilin tatlı olduğu zamanlardaydı.

En pahalı tatlıları yiyen insanların dillerinin zehir gibi olduğu zamanlara erdik. Dedem zamanında pastanelerde sütlaç, baklava, tulumba tatlısı, şekerpare, Kemalpaşa satılırdı. Şehirden bize “şehir ekmeği” getirdiğinde dünyalar bizim olurdu. Bildiğiniz somun işte! Şimdilerde glüten savaşlarında dayak yiyen somun! Abbas Sayarların, Mahmut Makalların, Kemal Tahirlerin zamanın adamıydı dedem.

Tutup size eskiden şöyleydi, şimdi böyle demeyeceğim. Dedem, gerçekti. Fikri, sevgisi, ilgisi, arzusu ve hatta inancı her gün değişen uyduruk insanların zamanında yaşasaydı muhtemelen sürüsünü alır tepelere çekilirdi.

Şimdi, tam da dedemin torunu olarak, bir tepeye çekilircesine, geri çekilip söyleyeyim dilimdekini:

Ülke bölünmesin, kibrinden ve insaniyet eksikliğinden Anadolu insanına bol bol hakaret edenler muktedir olmasın diye oy kullandık çoğumuz. Temel motivasyonumuz ya Recep Tayyip Erdoğan’a olan sevgi ve güven; ya da memleket insanından çok başka seslere kulak veren, başkalarının dili olanların yarın neler yapabileceği idi. Hatta kimimiz meydanlarda kadınlarımıza küfreden, dalga geçen, sizden adam olmaz, bu memlekette yaşayacağıma Norveç’te tuvalet temizlerim derken kendi insanını asla dinlemek, anlamak istemeyenlerin nefretinden dolayı oy kullandık. Bunu yaparken iktidarın içerisindeki tuzu kuruları biraz geriye çektik. İktidarın içerisindeki asla aymaz olanları; başlarında Recep Tayyip Erdoğan olmasa fırıldak gibi dönüp kendilerine daha güvenli liman arayacak olan fırsatçıları bir kenara koyduk.

Kemal Sunal’ın bir filminde tüm işleri memurlar Şaban’a yaptırırlar. Ne zaman ki müdür daireye teşrif eder, o zaman Şaban’ın masasından dosyalarını alır, harıl harıl çalışıyor izlenimi verirler. Bunlar ne Şaban’ı ne de müdürü ciddiye alırlar. Tek ciddiye aldıkları öğle yemeğinde hapur hupur götürmektir. Sevgili muktedir kardeşler; dikkat edin sizi Şaban olarak bilen az beslemeniz yok!

Bir kurumda çalışırken, FETÖ iltisaklısı bazı çalışanların işine son verilmişti, khk ile. Nedendir anlayamadım bir yetkili ofisimize çalışmalar hakkında bilgi almak, atılanların sebeplerini incelemek için gelmişti. Ancak, kaldığı süre içerisinde çalışmalar ve terörden dolayı atılanları değil de şikâyet mektuplarındaki özel durumları sormuştu. Ama en çok da yardımcımın memur emeklilik mevzuatına hâkim olması sebebiyle emekliliği, ek göstergesi gibi soruları bol bol sormuştu. Onca yıl memur olmama rağmen ek göstergeyi o gün öğrenmiştim! Bu bir.

Yurtdışı görev dönüşü yazı dünyasına mahcup bir şekilde döndüm. Gönlüme, ruhuma, mizacıma uygun olan yazmaktır deyip kitaplarımı toparlamaya başladım. Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi uhdesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle hazırlanan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’ne şöyle bir baktığımda “mahalleden”  yazarçizerlerin birçoğunun o sözlüğe alınmadığını, hatta bir kitap çıkarmış asıl işi hosteslik olan ya da bol bol memlekete sövmüş yabancı dillerde kitap yazıp, Türkçeye tercümesi yapılan yazarların epey övülerek ve onore edilerek o sözlüğe alındığını gördüm. Sustum. Akademinin bir bildiği vardır. Hocalara laf atılmaz, eserlerimizi yetkin görmemişlerdir, dedim. Lakin aradan epey zaman geçmesine rağmen bizler Minyeli Abdullah olarak görülmekten geri durmadık. Ama iktidara saydırmanın kolaycılığını muhaliflik ve devrimcilik zannedenlerin daima onore edilmesi artık dokunmaya başladı. Zira iktidar, seksenlerin, doksanların iktidarı değil; daha devrimci, daha katılımcı, daha yenilikçi, daha çok dinleyen bir iktidar olmuştu. Dedim ya Millet İttifakı gelse Cumhur İttifakı’nın katılımcılığını sağlayamazdı. Sonra, sözlüğü hazırlayanlara baktığımda; sosyal medyalarında iktidara demediklerini bırakmayan, diktada yaşadıklarını, özgürlüklerinin kısıtlandığını bol bol yazan çizenlerle doluydu. Ne diyelim devletlülerin bir bildiği vardı; hakkaniyetli akademisyenlerin köküne kıran girmişti de bula bula soldan başka kültür iktidarı bilmeyen, yönetimi diktatörlük olarak görenleri görevlendirmişlerdi.   

İktidarın kültürel iktidar gibi bir kaygısı olduğunu zannetmiyorum. Zira mesel anlatan, nasihat veren, menkıbelerle bol bol zenginleştirilen hocaları kültür adamı olarak görürseniz; yazar, çizer, ressam, karikatürist, oyuncu, ilh… sizin için her zaman “öteki” olarak kalacaktır. Ve sizin paranız, gücünüz, iradenizle size söven, sizin paye verdikleriniz size diktatör demeye devam edecektir. Bundan ala çeşitlilik mi olur! Ne diyelim, alan memnun, satan memnun. Biz, aman memleket bölünmesin, aman anamıza, bacımıza, dinimize sövmesinler; Anadolu irfanı, deyip en iğrenç olaylardan yola çıkıp Anadolu insanını “tu kaka” etmesinler diye oy vermeye devam ederiz.

Depremzedeye, Anadolu insanına, inançlı insanlara kibirle bakanların nefretidir bizi sandığa götüren. Yanında Recep Tayyip Erdoğan’a olan güven vardır. İnanın bunlar olmasaydı, siz muktedir olamayacaktınız “Kardeşlerim!”

Dedem bir çobandı. Koyunları hasta oldu mu üzülen bir çobandı. Minnet etmedi hiçbir insana. Onu sevmeyen insanların bile düğününe, cenazesine gitti, hürmetsizlik olmasın diye. “Hurma tatlısı olunca Amr’ı, savaş olunca beni çağırıyorlar” demiş ya Arap; Allah muhafaza, hurma tatlısı ya da sofra değil derdimiz; size sövenlerle hurma tatlısı yemek size keyif veriyorsa bir şey diyemem. Bizim meselemiz memleket meselesi; muhaliflerinizden çok yanınızda yörenizde olanlar takar çelmeyi. İyi bakın, göreceksiniz; görmek isterseniz tabi!