“Aşk, telefon çalacak diye beklemektir” diyordu söz… Zaten Graham Bell de ilk telefon hattını Meksika asıllı sevgilisi Alessandra Lolita Oswaldo’nun evine çekmişti. Telefon her çaldığında uzun uzadıya ismini söylemekte zorlandığı için, önce “Ale Lol Os” sonra “Alo” demeye başlamıştı. Zaman içinde Amerika’da telefon yaygınlaşsa da arayanların kim olduğunu bilmeyen kâşif, ahizeyi her kulağına götürdüğünde ‘sevgilisi arıyor’ zannederek “Alo” demeyi sürdürmüştü. İşte bu rivayet doğru ise, o gün bugündür hepimiz, bir kadını, aynı kadını, Alessandra Lolita Oswaldo’yu yâd etmekteyiz. Baştaki sözü düzeltecek olursak eğer, “Aşk, çalan telefondur” belki de…
*
Zira yarım asır evvel, zahmetli bir uğraş demekti bugünlerde elimizden düşmeyen telefonlar… Postanelere kayıt yaptırılır, şanslıysanız birkaç saat sonra bağlanırdı telefonunuz… Evinde telefon bulunan ‘mutlu azınlığın’ dışında kalanlar, postanedeki kulübelerde herkesin duyacağı bağırtılarla muhatabı ile anlaşmaya çalışırdı.
Memur seslenirdi, “İzmir, iki numaralı kulübe…” Bilirdin ki; beklediğin numara bağlanmış, kabin içinde cızırtı ve uğultu ile konuşmaya çalışırdın anneyle, babayla… Çoğunlukla anlaşamaz, sesini kırık dökük duymakla teselli bulur; ama elbette şükrederdin. Konuşmanın orta yerinde araya mutlaka görevli memurların sesi karışırdı: “Bir dakika doldu, devam ediyor musunuz?”
*
Hoş bir anekdottur:
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, bir gün Ankara’da Başbakanlık’tan İstanbul’da biriyle “gürültülü şekilde” konuşuyor, sesini duyurabilmek için…
Adeta sesini bir dağdan diğerine ulaştırmaya çalışır gibi bağırarak konuşması, Özel Kalem’de görüşme sırası bekleyen yabancı bir büyükelçinin dikkatini çekiyor.
Büyükelçi, Demirel’in özel kalem müdürüne, “Sayın Başbakan niye bağırıyor” diye soruyor.
“İstanbul’la konuşuyor” cevabını alınca şöyle diyor:
– Niye telefonla konuşmuyor?
*
50 yıl önce “baba sesi” duymak istendiğinde postane dışında bir ihtimal yoktu; konuşmalarda telefonların bile gözleri dolardı.
“Şehir içi küçük jeton, şehir dışı büyük jeton” jargonunu bugün akıllı telefonla yatıp kalkan genç ne bilsin?
*
Telefon için komşu kapısı çalmak… Gelişmeye paralel olarak şehrin orasına burasına serpiştirilen ankesörlü telefonlar… Bir geçiş dönemi ürünü çağrı cihazları… Otomobillerdeki mobil telefonlar takip etti seyr-ü seferi… Ardından tuğla büyüklüğünde ilk cep telefonları…
Son teknoloji ürünü akıllı telefonlar aile içi serzenişleri de doğurdu:
– “Bırak artık şu telefonu da oturup iki laf edelim kızım.”
– “Oğlum şu telefonu elinden bir bırakamıyorsun!”
Eski dünyada uzakları yakın etmek için kullanılan telefon, yeni dünyada aynı evde yan yana oturanları birbirinden uzaklaştırmayı başardı.
50 yıl önce gurbetteki evladıyla sadece bir dakika konuşmak için günlerce “telefon sırası” bekleyen anne babalar, 50 yıl sonra yine çocuklarıyla konuşmak için bu defa telefondan sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.
*
Telefonu sadece ‘eğlence ve oyun’ için kullananlar şahsında aslında haklı olan serzenişler; içinde postane, televizyon, radyo, muhtarlık, kaymakamlık, askerlik şubesi, banka, restoran, müzik market, gazete bayii gibi, eldivenden merdivene bütün ihtiyaçları karşılarken; bu defa haklı olarak “imtiyazlı” yer kazanıyor. Toprağın üzerindeki dünya kadar telefonların içinde de bir dünya olduğu gerçeğinden ilerleyince maharetli cihazlar için söz konusu ayrıcalık belki biraz ‘masum’ dahi görülebilir.