Ülke olarak her gün ağır gündemli günlere uyanıyoruz. Toplumun önünde duran ve onları aydınlatacak, örnek olacak haberci, sporcu, sanatçı ve yöneticilerin sefil-sefih yönlerini görmek huzurumuzu kaçırıyor. Nasıl bu kadar kirlendik? Oturup kara kara düşünmemiz lazım.

İçeride böyle garip olaylarla meşgul olurken komşumuz kardeş Suriye’de birliği ve beraberliği korumak için devletimiz canla-başla çalışıyor. “Aman yanlış yapmayın, gelin ülkenize sahip çıkın. Emperyalistlere, siyonistlere yem olmayın” diye en üst perdeden uyarılarda bulunuyorlar. İnşallah bu dost ve samimi seslere kulak verilir.

Huzur devriminin birinci yıl dönümünde Suriyeli kardeşlerimizin Şam sokaklarında adeta yeniden doğmuş gibi bayram havasında nasıl kenetlendiklerine şahit olduk.

Şam, peygamberlerin, sahabelerin, âlimlerin ve mütefekkirlerin yaşadığı kutlu bir belde: Hz. Yahya (AS), Bilal’i Habeşi, Ebu’d Derda, Muhyiddin Arabî, Mevlana Halidi Bağdadi, Farabi, Tevfik Nizar Kabbani ve Selahattin Eyyubi gibi İslam Dünyasının fazilet önderlerinin kabirleri burada bulunuyor.

Size ziyaret imkânı bulduğum 2 manevi şahsiyetten bahsedeceğim. Örnek hayatları, dertlere deva tavsiyeleriyle bizim aradığımız ilacın bir kısmını bırakıp bu fani alemden göç etmişler.

Şeyhü’l Ekber Muhyiddin Arabi (1165-1240)

Kasiyun Dağının eteklerinde yamaç bir mahallede bulunan Muhyiddin Arabî’nin türbesini ziyaret etmek üzere yola çıkıyoruz. Dar sokaklardan geçerek Şeyhü’l Ekber Muhyiddin Arabî’nin türbesine ulaşıyoruz. Muhyiddin Arabî, 28 Temmuz 1165 yılında Endülüs’ün Mürsiye şehrinde doğmuş. Sonra ailesiyle İşbiliye’ye (Sevilla) göç etmiş, eğitimini orada sürdürmüş. İbn Rüşd gibi dönemin önemli ilim adamlarından ders almış. Tasavvuftaki mertebesi nedeniyle “Şeyhü-l Ekber”, dini ilimlerdeki mücedditliği nedeniyle de “Muhyiddin” olarak lakaplandırılmış.

Şeyhü’l Ekber Muhyiddin Arabî; Fas, Tunus, Mısır, Kudüs, Bağdat, Musul, Mekke, Medine, Şam, Urfa, Diyarbekir, Sivas, Malatya ve Konya şehirlerinde hem ders vermiş hem de İslam alimleri ile müteala ve müzakelerde bulunmuş. 10 Kasım 1240 yılında Şam’da vefat etmiş. Şam’ın Kasiyun Dağı eteklerinde Salihiye semtinde defnedilmiş. Uzun zaman unutulmuş. Ta ki Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır seferinden dönerken uğradığı Şam’da mezarını buldurarak bir cami, tekke ve türbe yaptırana kadar... Ana kapıdan avluya girince çok sayıda hücre ile karşılaştık. Camii orta büyüklükte bir mescid olarak inşa edilmiş. Türbe alt kata yapılmış. Muhyiddin Arabî’nin sandukasının önünde başka mermer mezarlar da var.

Mevlana Halid-i Bağdadi (1778-1826)

Muhyiddin Arabî külliyesinde dualarımızı ettikten sonra Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerini ziyaret etmek için niyetleniyoruz. Ama küçük bir sorun var; buraya geldiğimiz araçla oraya gitmemiz mümkün değil. Yollar çok bozuk, yokuş ve dar olduğu için meydanda bulunan bir manav kendi aracıyla bizi götürmeyi teklif ediyor. Yol gerçekten sıkıntılı; dar yollar, çöpler ve kablolar arasından zor ilerliyoruz. Karşıdan bir araç gelince ortalık karışıyor…

Yol boyunda bir Ashab-ı Kehf Mağarası olduğunu öğreniyoruz. Oraya da selam verelim arzusuyla girişi çok zor olan bir mescidin altında bulunan mağarayı ziyaret ederek Ashab-ı Kehf’e dualar ediyoruz. Mescidde karşılaştığımız yaşlı amca ailesinin buraya Maraş’tan geldiğini söylüyor. Cumhuriyet kurulunca yapılan inkılâplardan memnun olmayan çok sayıda aile Şam’a göç etmiş. Hatta bu mahallenin Türk Mahallesi olduğunu anlatıyor.

Zorlu, çetrefilli yollardan geçip Halid-i Bağdadi’nin türbesine varıyoruz. Türbe, Kasiyun Dağının eteklerinde, önünde geniş mezarlığın bulunduğu bir tepenin üzerinde bulunuyor. Beyaz mermer mezar taşlarının arasından şehir gri bir toz bulutu gibi görünüyor. Türbenin kapısını evi yan tarafta olan yaşlı bir türbedar açıyor. Kesme taştan yapılmış, ahşap kapılı, çift pencereli, küçük kubbeli türbede Mevlana Halid-i Bağdadi’nin sandukasından başka birkaç kabir daha var. Türbedar, talebimiz üzerine Yasin Suresi’ni tane tane adeta manaya vurgu yaparak etkileyici bir şekilde okuyor.

Mevlana Halid-i Bağdadi Irak’ın Süleymaniye şehrinde doğmuş, Bağdat’ta uzun yıllar hocalık yapmış. Kudüs, Mekke ve Medine’de bulunmuş. İlmi ve tasavvuf yolculuğunu İran, Afganistan ve Hindistan’da sürdürmüş. Şam’a yerleşerek orada Nakşibendî tarikatının Halidiye kolunu kurmuş.

Birçok yönden et ve tırnak gibi olduğumuz kardeş ülke Suriye’ye sahip çıkalım. Filistin’i de unutmayalım.