Türkiye Cumhuriyeti bizi Almanya’ya gönderirken Federal Hükümet’e “Bu sefillerin eti senin kemiği benim” demişti herhalde.

Allah var, yasyabancı bir uygarlığın çocukları olmamıza rağmen Almanlar milyonlarcamızı iyi-kötü kabullenebildiler, az şey değil bu; ama burada çok sömürüldük, çok aşağılandık, çok itilip kakıldık ve onyıllar boyunca devletimizin gıkı bile çıkmadı.

Lehimizdeki bir gık çıkarmak şöyle dursun, devletimiz de her fırsatta vurdu bize.

Konsolosluklarda vurdu, Kapıkule gümrüğünde vurdu, resmi işlemler için kapısını çaldığımız her resmi kapıda vurdu, vurdu, vurdu.

Kendi devletimiz bize saygı duymuyordu ki Alman devleti saygı duysun.

Doğrusu bu ya, biz de devletimize saygı duymuyorduk.

Ülkemizi seviyorduk ama ona da saygıyla değil acıyarak bakıyorduk.

Yılmaz Güney filmlerindeki metruk Türkiye resminin gerçek olduğunu biliyorduk ve bu bizim içimizi burkuyordu.

Eziklik, eziklik, eziklik…

Sonra Recep Tayyip Erdoğan diye bir adam çıktı (Türkiye’de dendiği gibi ADAMIN DİBİ) ve ortalığın altını üstüne getirdi.

Günther Wallraff’ın “En Alttakiler” kitabının ezik kahramanları olan bizler birdenbire üste çıktık.

Biz üste çıktık, çünkü Türkiye üste çıktı ve bizi de çıkardı.

Bizi adam yerine koyan, hatta bizi baştacı eden, arkamızda dağ gibi duran güçlü bir devletimiz oldu.

Almanya gene laf çakıyor Türkiye’ye ve biz Almanya Türklerine; ama eskisinden farklı olarak, yerlerde sürünen bir devleti ve o devletin vatandaşlarını yerde tutmak için değil, ayağa kalkmış olan, dimdik ayakta duran ve giderek devleşen bir devleti ve o devletin vatandaşlarını bir nebze de olsa sarsabilmek için.

Artık sataşmalarından haz duyuyoruz, çünkü sataşmaların arka planındaki kıskançlığı apaçık görebiliyoruz.

Almanya ve bütün Avrupa elindekini koruma derdine düşmüşken Türkiye her gün yeni bir büyüme, güçlenme, zenginleşme hamlesi yapıyor ve Batılıların global iktidarını sarsma potansiyelini ortaya koyuyor.

Evet, bizi kıskanıyorlar. Ve önümüzdeki parlak ufku onlar da görükleri için, bizim ufkumuzun aydınlığının onlar açısından ufuk karanlığı anlamına geldiğini düşünmeleri nedeniyle paniğe kapılıyorlar.

Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun dün Dortmund’da yaptığı müthiş konuşma bu panik havasına tuz biber ekti.

Tayyip Erdoğan’ın buradaki oturaklı meydan okumalarına alışmıştık, Almanlar da alışmıştı, ama daha diplımatik bir profil çizen Davutoğlu dünkü performansıyla hepimizi, herkesi şaşırttı.

Zannedersem bugüne kadar yaptığı en iyi, en coşkulu, coşkusu en hakiki konuşmaydı.

Ben şahsen ağzım açık dinledim, başından sonuna kadar.

Verdiği müjdelerin büyüklüğü ve güzelliği bir yana, en çok etkilendiğim şey Almanya’ya rest mahiyetindeki sözleri oldu.

Rest çekmek kolay şey, Kaddafi önüne gelene rest çekiyordu mesela, fakat konuşmayı en ön sırada oturarak dinleyen Alman yetkililerinin suratlarının sararmasından da anlaşılacağı gibi Davutoğlu’nun resti blöften ibaret değil.

“Ermeni Soykırımı söylemini ders kitaplarına koymaya kalkarlarsa bunu engellemek boynunuzun borcudur” diyerek biz Almanya Türklerini resmen sivil isyana teşvik etti ve akabinde devletimizin bizi her şart altında ve ne pahasına olursa olsun sonuna kadar destekleyeceği, kimsenin bizi incitmesine izin vermeyeceği yönünde ifadelerde bulundu, tekrar tekrar, altını çize çize.

Davutoğlu’nun, o sözleri sarf ederken devleştiğini hissettim.

Kendimin de devleştiğini hissettim.

Hepimizin, Türkiye’mizin devleştiğini hissettim.

Bu konuşmadan sonra hiçbir şey bu konuşmadan önceki gibi olmayacaktır gibi bir his var içimde.

Yıllardır müthiş bir atmosferdeydik zaten, AK Parti yönetimi sayesinde; ama dün, yeni ve daha müthiş bir boyuta geçtik, birkaç “level” birden atladık.

Allah razı olsun, yolun / yolumuz açık olsun, Davutoğlu Ahmet Hocam.