Geçen hafta sosyal medyada paylaştığım didaktik alıntı, beklediğimin çok üstünde ilgi çekti. Bir dostumun gönderdiği bu alıntının, doğrudan sayfamdan alınarak bir hafta içinde bin kişinin Facebook sayfasında paylaşıldığını, binin üzerinde beğeni aldığını, dolaylı olarak da binlerce erişime ulaştığını hayretle izledim. Paylaşımım, “Diderot etkisi” başlığını taşıyordu.
Bu paylaşımın yoğun dolaşımında biraz da başlığın etkisi olduğunu düşünüyorum. Galiba, “kelebek etkisi”, “domino etkisi” gibi tamlamaları toplum olarak seviyoruz.
İkinci olarak bu kısa yazının içeriği konusunda toplumun ortak yarasının ve derdinin olduğunu anladım. Dilerseniz önce bu kısa didaktik anekdotu paylaşayım:
Fransa’nın 18. yüzyıl filozof ve yazarlarından olan Denis Diderot büyük bir borç bataklığına düşer. Onun bu perişan hali, Rus Çariçesi Katerina’nın kulağına kadar gider. Çariçe, bu bataklıktan kurtulması için Diderot’e nazik bir teklif sunar. Kütüphanesi karşılığında 25 yıllık maaşı kendisine peşin olarak ödenecektir. Karşılıklı anlaşırlar. Tabii ki bu peşin ödeme, Diderot için hiç beklenmedik bir anda bir servete sahip olma anlamına gelir. Artık Diderot, bütün borçlarından kurtulmuş ve rahatlamıştır.
Bir gün bir arkadaşı ona kadife bir sabahlık hediye eder. Ve her ne olursa işte bundan sonra olur. Filozof sabahlığını giyinir. Çalışma masasına kurulur ve iştahla çalışırken birden bire bu muhteşem sabahlığı ile çalışma masasının birbirine uyuşmadığını düşünür. Kasasındaki yüklü miktar nakdin sarhoşluğuyla derhal, çalışma masasını değiştirmek üzere çıkar ve harika bir çalışma masası alır. Artık sabahlık ve çalışma masası uyumludur.
Fakat bir de ne görsün? Yerdeki eski halı, ne sabahlığına ne de çalışma masasına yakışıyor. Koşar ve kasasındaki paraya da kendisine de layık yakışacak bir halı alır. Yine de içini kemiren bir şeyler vardır. Çünkü evin koltukları, dolapları, sandalyeleri, duvar resimleri ve duvar halısı, odanın süslemeleri artık birbiriyle uyumsuz ve hafif kalır. Her şey gözüne batmaya başlamıştır artık… Gel zaman, git zaman Diderot, evin bütün eşyalarını iğneden ipliğe değiştirir. Sonunda kasasında beş kuruşu kalmaz ve kütüphanesini satmasından önceki haline, borç bataklığına geri döner.
Diderot’un durumu idrak etmesi fazla zaman almaz. Başladığı noktaya dönüşünün hırslarından kaynaklandığının farkına varır. Sonuçta, yazarın bu konu üzerine kaleme aldığı meşhur eseri “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adlı eser ortaya çıkar. Yazar, ardında tarihe geçecek özlü bir söz bırakır. “Eski sabahlığımın efendisi iken yenisinin kölesi oldum.” Evet, eşyaya, nesnelere, hatta insanlara kölelik derecesinde bağımlılık afetlerin en büyüklerindendir.
Onun, tüketim çılgınlığının insanı sürükleyeceği halleri anlatan ve bugünkü anlamına en yakın içeriği ile kavramdan söz eden yazar olması ve sebep-sonuç ilişkisini ortaya koyması bakımından adına atfen “Diderot Etkisi” denilmiş.
Şimdi dönelim kendi ahvalimize… Modern ilişki ve alışkanlıklar, tüketim girdabı ve çılgınlığını yaşadığımız “gayrı tabii” hayatın (doğallıktan uzak hayat) temel hareket noktasını oluşturuyor. Bu ilişkiler, eşya/nesne/mülkiyet üzerinden farklı olma, rekabet etme ve üstünlük kurma gibi ilkel dürtülere dayalıdır. Her yenilmenin bedeli olarak modern ve profan ilişkiler bizlerden bir bedel istiyor. Modernizmin tuzu biberi olan kapitalist ilişkiler ise bu rekabet dürtülerini körükleyerek bizleri tüketim girdabına çekiyor.
Diderot’un, kütüphanesi karşılığında 25 yıllık maaşını alıp kısa bir süre içerisinde tüketmesi tüketici ile kredi kartı ilişkisini çağrıştırıyor. Bu tam anlamıyla, cüzdanında olmayan hayali bir parayı, gelecekteki emeği, üretimi ve zamanı karşılığında, yani geleceği karşılığında satma ilişkisi…
Kredi ilişkisi, iyimser olarak gelecekte kazanacağınızı düşündüğünüz parayı bugünden cömertçe harcamaktır. Evdeki hesap çarşıya uymadığında bunalımlar, hacizler ve daha da kötüsü intiharlar ortaya çıkıyor.
Pekiyi kendimizi neden bu kadar da hesapsızca tüketmeye mecbur hissediyoruz?
Az önce ifade ettiğimiz gibi kapitalist kültür insanların rekabet duygusunu körükleyerek kışkırtarak, teşvik ederek diğerlerine karşı tüketim aracılığıyla üstünlük kurma hastalık ve zaafını kullanıyor. Tüketim çılgınlığının evcil hayvanlardan sinemaya, yiyecek çeşitliliğinden bilinçsiz ilaç tüketimine kadar her konuda örnekleri var. Mesela ailelerin geniş ve lüks daireye; erkeklerin otomobile; bayanların giyim ve güzellik konularına zaafları, sonu olmayan bir rekabet ve harcamayı doğuruyor. Her evden daha geniş ve lüks diğer bir ev; her otomobilden daha iyi ve lüks diğer bir otomobil olması ve yenilikler bu kesintisiz harcama durumunu doğuruyor.
Kadınların giyim, estetik, makyaj rekabeti; çocuklar ve gençlerin cep telefonu, bilgisayar ve diğer teknik araçlara düşkünlüğü ve birbiriyle rekabeti tüketimi kışkırtan küresel şirketlerin keşfettiği zaaflardan yalnızca bir kaçı.
Tüketim çılgınlığı hiçbir zaman nihai olarak tatmin edilemeyecek psikolojik bir açlığın sonucudur.Makul ve insanca bir yaşam için bilinçsiz ve savruk bir hayattan kaçınmak gerekir.
Her işte olduğu gibi, tüketimde de orta yol makul olandır. Hatta abartmaksızın belirli konularda minimalist duruş doğru bir seçim olabilse de kesin bir çözüm sunmuyor.
Tüketim girdap ve hastalıklarından kısmen uzak durmayı başarabilen insanlar genellikle psikolojisi sağlıklı, kendinden emin ve özgüveni yüksek insanlar. Bir kısmı ise fikir ve değerleri, inançları dolayısıyla bu girdabın kısmen de olsa dışında kalıp direnmeyi deniyorlar.
Bu konuyla ilgili farklı başlıklar altında birkaç yazıyla devam edeceğiz.