Irak işgali öncesindeki ambargoda aylar içerisinde on binlerce çocuğun ilaç olmadığından öldüğü söyleniyordu. Alternatifleri olmadığından ve bağımlı olduklarından bir gün içinde iletişimin çöküşü, internet, cep ve sabit telefon ağlarının “yok olması”, yerli üretimleri olmadığından ellerindeki birçok teknolojik ürünün kısa sürede hurdaya çıkması, bütün ülkeler için alınabilecek ders ve tedbirlere işaret ediyor.

Ekonomileri kolay sarsılmayacak ve yaptırımlara direnebilen ülkelerin, kendine yeterli tarım ürünü üretebilen, otomotiv sanayinden, cep telefonu ve bilgisayara kadar yerli üretimi olan ülkeler olduğu biliniyor. Ağır ve hafif sanayi, köpürtülmüş diğer sektörlere göre hala gerçek bir ihtiyaçtır.

Üreten ülkelerde, her türlü ürünün dış piyasalarla rekabet halinde yerli üretim kaygısıyla yapıldığı görülür. İngiltere’den, Almanya ve Fransa’ya, Çin’den Rusya’ya, Japonya’dan Güney Kore’ye kadar yerli üretim konusunda iddialı ülkelerin muhtemel yaptırım tehditleri ve ekonomiye müdahaleler konusunda normal olarak dirençleri de çok yüksektir.

Dış yaptırımlara karşı en zayıf olan ülkeler ise kendi ilaçlarını; bilgisayar, otomobil ve yedek parçalarını üretemeyen iletişim ve haberleşme konusunda dışa bağımlı ve enerji üretiminde yeterli olmayan ülkelerdir.

Bir ülkeye bütün dünyanın sadece ilaç ambargosu uygulaması halinde, şeker, tansiyon, kalp ve böbrek yetmezliği, MS, kanser vs. gibi sürekli ilaç gerektiren rahatsızlıklar için bile yapılabilecek bir şey kalmadığını Irak örneğinde gördük. Bu sebeple, diplomasi, üretim ve caydırıcılık bir ülkenin dış politikada ayakta kalmasını sağlayacak en temel üç sütun.

Türkiye, bütün dünyaya Türkiye’nin alternatifsiz ve çaresiz bir ülke olmadığını göstermeli, fakat alternatif arayışlarında tarihi ve etnik gerekçelerle Türkiye’ye hiçbir zaman güvenmeyecek olan Rusya ile göz kamaştırıcı büyümesine rağmen tarihi ve mevcut iç ve dış politikaları dolayısıyla hiçbir komşusunun güvenmediği Çin konusunda aceleci davranmamalı.

Rusya ile Suriye’de yaşanan uçak krizinin en sert karşılıklı söylemlere ve Rusya’nın yaptırım kararlarına rağmen Türkiye’nin esnek tutumu ile çözüm yoluna girdiğini biliyoruz. ABD ile ilişkilerin ise sadece ABD ile değil, bütün NATO ülkeleri ve dolaylı olarak AB ülkeleriyle de ilişkilere yansıdığının farkındayız. Bununla birlikte, bağımsızlık ve egemenliğini korumak zorunda olan Türkiye, Ortadoğu’da sıradan bir ülke değil.

Bağımsız, güçlü ve barış adası bir Türkiye’nin temennilerle oluşmayacağını, bunun gerekleri olan yerli üretimden, problemleri çözülmüş bir eğitimden Yükseköğrenime, ekonomiden idare felsefesine; sosyal yapıdan hukuk sistemine kadar altyapı sayılabilecek bütün alanlardaki politikaların son gelişmeler dikkate alınarak yeni baştan tasarlanmalıdır.

Türkiye, güçlü tezlerini diplomatik dille ve Dışişleri Bakanlığı kanalıyla dünyaya duyururken medyanın gücünü içeriden çok dışarıda kullanmayı başarmalı ve her konuda yerli üretimi olan bir ülke olma hedeflerini gerçekleştirmenin yollarını bulmalıdır.

Şimdi yaşanan veya gelecekte (umarım ki yaşanmaz) daha ağır yaptırımlara karşı dirençli, ekonomik kırılganlara karşı daha güçlü, makul, rasyonel ve çevresindeki problemleri öncelikle diplomasi ile çözen bir Türkiye hayali lüks değil. Barışçıl araçlarda maharetli böylesi bir Türkiye bütün bir coğrafyanın ümidi, teminatı, dostlarının gururu, hasımlarının huzursuzluğu olacak büyüklükte bir ülkedir.

Dış politika, milletlerarası ilişkiler ve milletlerarası hukuk kapsamında reflekse dayalı reaksiyoner çıkışlar geçici ve rahatlatıcı adımlar olabilir. Fakat problemlerin sağlıklı çözümü ancak kalıcı politikacılar geliştirilmesiyle ve biraz da her nedense burun kıvırdığımız masa başı çözümler ile diplomasi yoluyla mümkün.