Daha 10 yaşındaki başı örtülü küçük kız, ‘büyük cümlelerle’ konuşurken ağzındaki suyu, dilini damağına bastırıp zorlanarak yutuyor. Çömelerek oturduğu yer sedirinde başını eğiyor, dudaklarını sıkıyor ve zor kelimelerin ağzında bıraktığı hüzünlü dil suyu boğazından ağır ağır inerken adeta görülüyor. “Bombalar ve füzelerle evimize saldırdıklarında göç etmek zorunda kaldık” diyor kısa hayatının yükünü anlatırken… Boşluğa bıraktığı ağır cümle, orta yere düşüyor ve darmadağın oluyor.

Boyasız ve sıvasız duvar önünde gün ışığı, bulduğu boşluktan tozlarla yüzüne vururken; elleri göğsünde birleşiyor, zor sözlerin arasında yine de gülümsemesi çocukluğunu ele veriyor. Dişlerindeki aralıktan, ikinci kez başlayacağı hayatın karanlık geleceği görülüyor. Parmaklarıyla oynuyor, ellerini amaçsız sallıyor, birbirine vuruyor. Yaşı, sözleri ve hareketleri birbirine tezat görünse de; yaşadığı dramatik gerçekliği değiştirmiyor.

Bir tarihte Suriye’de savaşsız ve tekdüze hayat sürerken, bir gün gökyüzünden yağmur değil bombalar yağdığını gördü çocuklar… Füzeler evlerin çatılarına düşerken, sıcacık yuvaların yerini derin, yıkık dökük bir soğukluk aldı.

Bu küçük kıyamet, küçücük yürekleri de öfke, kin, düşmanlıkla kirlenen simsiyah bir dünya ile tanıştırdı. Çocuk hayatlarındaki renklilik, tek renk griye dönüştü gece vakti yollara düştüklerinde… Bahçede kahkahalarla oynarken kirlenmesi gereken üst başları, göç yolunda zor şartlarda çamura bulandı çocukların… İştahla yemek yerken önleri lekelenmeliyken, aylarca yıkanamamaktan perişan bir vaziyetin içine düştüler.

Büyümek kendine yük, yaşamak başkasına yük… Özetle dünyaya yük, dünyanın yük olduğu bir ağır hayat başladı. Bombardımanlardan kaçmak, kötülüklerin kucağına düşmek gibiydi. Kasabalardaki masum hayattan, tanımadıkları yerlerde, istemeyerek bulaştıkları yeni hayatlarında horlanmaya, kötülenmeye, aşağılanmaya, suçlara, ölümlere maruz kaldılar. Kimi 1,5 yıl, kimi 3 sene, kimisi 5 yıl, kimisi ise çok daha fazla evsiz, yurtsuz, annesiz, babasız, vatansız sokaklarda yaşamaya başladı. Güneş yine doğdu gün be gün; hepimizin içini aydınlatarak…

Ama çadırdan başını uzatan saçları iki yanda toplanmış kız çocuğunun, köprü altındaki burnunu karıştıran sarışın oğlanın gönlündeki güneş, ışıltısını kaybetmiş, soluk, renksiz bir aydınlık veriyordu işte…

Evinde yaşamak ister her çocuk… Onu rahatsız edip etmediğini düşünmeden babasının kucağına sokulup sabaha uyanmak, annesinin ayakucuna kıvrılarak uyumak ister. Savaşın çocukları da bombalar altında viraneye dönmüş evlerini özler.

Önünü arkasını düşünemez, herkese güvenir çocuk. Karşısına çıkanları kendisi gibi, kendisi kadar “emin” düşünür, öyle bilir ve sığınır.

“Yaşama isteğiyle” dolu çocuk, dolaylı katillerinin, Papaların, Patriklerin, Başpiskoposların elini öper, tertemiz kalbinin masumiyetiyle… Midilli’de mülteci kamplarına giren din simsarları, bu dünyada ezanlar altındaki sıcacık yuvalarını dağıttıkları çocukların, ahiretlerini de ellerinden almaya hazırlanıyordu. Savaşlar bunun içindir. Müslümanlığı zayıflatmak, geriletmek, İslami hafızayı yok etmek üzere kurgulanır Ortadoğu’daki her kavga, her ihtilaf… Arap Baharı, Yasemin Devrimi ve dahi Gezi Protestoları bundandır. Ne bahar gelir, ne yaseminler açar, ne de gezip dinlenebilirsin ağaçlar altında artık…

Umutların o kadar törpülenir ki, din tüccarını bile ‘yanında’ zannedersin işte. Geride her şeyini bıraktığın hayatta sen, ‘hikâyeni dinleyeceğini’ sandığın tarafından, Hristiyanlık propagandası ile karşılanır ve bir süre sonra da, ümitlerini sömüren, varlığını imha eden gibi düşünmeye başlarsın.

“Müslümanlar silahın önünde değil, arkasında olduklarında haber değeri taşıyor” demişti Chris Rock adlı insaflı Amerikan.

Ve öyle görünüyor ki, yakın zamanda “dünyaya yük, dünyanın yük olduğu” yeni ve ağır hayatlar başlayacak.

Duvarsız kalacak nice çocuk…

Çünkü İsrail’in soysuz ve yolsuz Başbakanı seçimlere bir gün kala “kazanması halinde Batı Şeria’daki yerleşimlerin ilhak edileceğini” duyurmuştu.

Kazandı.

“Sudan” bahaneler ile yengeç sepetine çevrilen Sudan’a ise hiç girmiyorum.