Ecdada muhabbetimiz birilerini fena halde rahatsız ediyor.

Sebebini sormak yerine, salvo atış yapıyorlar.

Ecdadın, kültüründen, sanatından, ilminden, nizamından, çağdaşı derebeyi ve krallarla farklarından bahsetmiyorlar.

Karın ağrılarını mertçe dışa vuramıyorlar.

Esasında, “Sizler niçin karşıysanız onun için!” deyip kestirmek, kesinlikle net ve berrak bir cevap olur.

Bunu demeyeceğim, çünkü, onlar kadar katı, bağnaz ve merhametsiz, onlar gibi bir ideolojinin partizan militanı değilim.

Onlar bizi, ilânihaye düşman belleyip, silahla bertaraf da etmek isteyebilir.

Ben düşmanlık beslemiyorum.

Son kertede, silaha sarılmak ancak savunmada gereklidir.

Peygamberim de öyle yapmış.

Silaha olan inancım, İlâh’a (Allah’a) inancımdan çok daha zayıftır.

İnsanların fikir ve inançlarının değişeceğine, değişmese bile terakki göstereceğine inanırım.

“Hidayete” inanırım sonra.

Bir sabah iman sahibi olarak uyanma ihtimaline inanırım.

Günahkârların bir tövbe ile yeniden doğmuş gibi olacaklarına inanırım.

Öyle koftiden değil, harbiden inanırım.

Bu yüzden, hepsi benim potansiyel kardeşlerimdir.

Beni düşman bellemelerinin önemi yok.

Sadece bir ihtimal yeter böyle düşünmem için.

Bir gün, belki yarın aynı safta durma ihtimali.

Aksakallı bir ihtiyar girer rüyalarına ve olur bu.

Şaka yapmıyorum. Bülent Akyürek’e sorun anlatsın.

37 yıllık ateist Bülent’in, hidayet ve bidayetine sebep rüyasına giren bir aksakallıdır.

Bülent, tanıdığım en keskin zekâ ve ironi sahibi heriflerden birisidir ve bu konuda şaka yaptığını sanmıyorum.

Hayy Allah!

Mevzu “Ecdat” iken, kelâm nasıl oldu da “aksakallı ve hidayet” meselesine geldi?

Ecdadın aksakallı imgesinin çağrışımıyla mevzu buralara kadar aktı işte.

Tarihçi Ayşe Hür, ecdatla muhabbetimizi, bir soy-sop ve aidiyet arayışımıza bağlıyor. Aidiyet kısmına eyvallah. Çünkü, aynı peygamberin ümmetiyiz.

Ayşe Hür ve onun gibi düşünenlere malzeme olacak saftirik bol. Ecdadı ve tarihini bugünün mantığıyla, ecdada muhabbetimizi malumatfuruşlukla değerlendiriyor Ayşe Hür ve objektif değil.

İlber Hoca, engin bilgisiyle daha objektif.

O, Osmanlı’yı konuşurken, anlıyoruz ki, hangi yüzyılından bahsediyorsa, o yüzyılın Rus tarihi ve Avrupa tarihinden de haberdar. Sanatları, mimarileri, hanedanlar ve halklarının yaşantılarıyla kıyas yapabilecek kadar üstelik.

Murat Bardakçı tarihçi değil, gazeteci olduğunu söylese de, ‘benim’ diyen tarihçileri cebinden çıkarır.

İlber Hoca da, Murat Bardakçı da bu millet “Ecdat” dediğinde kimleri ve neyi kastettiğini bilir ve densizlik yapmaz.

Zaten, biz de, “Ecdat” derken, birilerinin işlerine geleni çıkarıp, öne sürdükleri kişileri, meselâ; Deli İbrahim’i, Sarı Selim’i, hatta Mehmet Reşad’ı kastetmeyiz.

Bu milletin dinine, imanına, diline, efkârına, garibine hayrı olmamış, zayıf ahlâk ve karakterli insanları ecdattan saymadığımız gibi saygı da duymayız.

Ecdat olarak saygı duyduklarımız, İlay-ı Kelimetullah ve Nizam-ı Alem Emr-i Bil Maruf’u üzere yaşamış, gazi ve şehitlerdir.

Onların karın ağrısı da muhtemelen bu.

Ve ecdada saygımızın da “Olmasaydı olmazdık” gerzekliğinde bid’atçı ‘ata’ kültürüyle uzak-yakın bir alakası yoktur.

Bilvesile Fatihân şühedânın ruhuna Fatiha.