Teknoloji, hayatımıza konfor ve kolaylık getirse de çocukların dünyasında çok daha derin bir iz bırakıyor. Eskiden mahalle aralarında yankılanan kahkahalar, tozlu sokaklarda oynanan oyunlar, ip atlayan kızlar ve misket oynayan çocuklar vardı. Şimdi ise çocuk sesleri, dijital ekranların soğuk ışıkları arasında yavaş yavaş kayboluyor. Tabletlerin, telefonların başında geçirilen uzun saatler; bedeni tembelleştirirken ruhu da yalnızlaştırıyor. Bu durum, hem fiziksel gelişimi hem de sosyal becerileri ciddi biçimde zedeliyor.

Elbette çocukları teknolojiden tamamen uzak tutmak mümkün değil. Çağ dijital, dünya hızla dönüşüyor. Ancak burada asıl mesele, dengeyi kurabilmekte yatıyor. Ekran süresini sınırlamak, onlara kitap okumanın, doğada vakit geçirmenin, arkadaşlarla oyun oynamanın tadını yeniden hatırlatmak; sadece gelişimleri için değil, karakterlerinin olgunlaşması için de büyük önem taşıyor. Çünkü hiçbir ekran, bir çocuğun kendi hayal gücü kadar zengin değildir.

Ne yazık ki birçok ebeveyn, çocuğunu susturmak ya da oyalamak için ekranı bir araç hâline getirdi. Oysa bu kolaylık, uzun vadede sessiz bir tehlikeyi büyütüyor. Çocuklar, dış dünyanın seslerinden ve dokunuşlarından uzaklaştıkça, duygusal bağ kurma becerilerini de kaybediyorlar. Bir çocuğun toprağa dokunması, yağmurda ıslanması, dostuna sarılması kadar öğretici bir şey yoktur. Çünkü gerçek öğrenme, ekranın ötesinde; hayatın ta içinde olur.

Belki de bugünün en büyük görevi, çocuklara sadece bilgi değil, yaşama sevinci kazandırmaktır. Onlara doğayı, sabrı, paylaşmayı öğretmek; bir oyunun rekabetinden çok, birlikte gülmenin güzelliğini göstermektir. Zira geleceğin insanını yetiştirmek, teknolojiyi değil; kalbi ve merhameti merkeze almakla mümkündür. Ve hiçbir teknoloji, bir çocuğun içindeki saf gülüşün yerini dolduramaz.