Bir tarihte, “Kediler konuşabilseydi, konuşmazlardı” diye bir cümle not etmişim. ‘Konuşmaya gerek duymazdı’ anlamındaydı belki… Çünkü onlar, sessiz diyalogları ile zaten akıllarından geçen her kelime, her niyeti bilecek kadar iyi tanıyorlar birbirlerini…

*

Konuşmak, canlılar arasında en ‘etkisiz’ iletişim biçimi zira… İki derviş bir araya gelmiş tarihlerin birinde. Hiç konuşmadan uzun süre oturmuşlar. Misafir derviş, hane sahibine veda ederken, “Güzel bir sohbet oldu” demiş. Bunun gibi; dil yalan söyler, olanları çarpıtır, insanlık klişelerini tekrarlar. Oysa kediler ‘kötülük’ bilmez. Kötülük etmeyi istememek başka, bilmemek başkadır nihayetinde.

*

Keşke bir kedi sevmiş olsaydık, belki bu kadar kirletmezdik dünyayı… Kedilere tutkuyla bağlananlar, diğerlerinden ‘ayrı soydandır’ gibi gelir bana. Belirli kültür düzeyinin üstünde olmayı, ince sanat merakını, soyluluğu ve duyarlılığı gerektirir kedileri sevmek… Zaten kedi sevmeyen biri, bir başkasını da hiçbir zaman, hiçbir şekilde mutlu edemez.

*

Size koşarak gelen bir kedi tarafından karşılanmaktan daha hoş şey, az vardır hayatta… Peşiniz sıra arkanızdan dolanırken çıkardığı sesleri, hiçbir konçertoda duyamazsınız. Ne onun kadar anlamlı ne de onun kadar derin bakabilir hiçbir insan. Sevgisini çoğaltarak verir sahiplerine. Acısını, umutsuzluğunu, neşesini, mutluluğunu derinden duyup paylaşır. Gözyaşı dökmeden de hıçkıra hıçkıra ağlamayı kimse onlardan iyi bilmiyor. Hepimize metaneti öğretiyor. Hayat ile her zaman, her şartta mücadele etmeyi gösteriyor.

*

Sıradan bir kedi yoktur asla. Çünkü siz ölürseniz, kedi üzülür. Ama kedi ölecek ise siz ‘üzülmeyin’ diye yok olur ortadan, zarafet içinde… Bir kitapta okumuştum, diyordu ki: “Kapıyı açar açmaz, kedi dışarı çıktı ve bir daha dönmedi. Ölmeye gitmiştir, çünkü kediler ölümlerini saklamaya çalışırlar.”

*

Her gittiğimde hemen her mezar taşı üzerinde gördüğüm ‘derin düşüncelere dalmış’ Eyüpsultan kedileri mesela… Bizim bilmediğimiz ne çok şey biliyorlar kim bilir. Belki de, ‘kedi sevgisi’ deyince ilk akla gelmesi gereken, “bin 400 yıldır” ismi kedi ile anılan, ‘kedilerin babası’ Ebu Hureyre’yi, o mübarek sahabe efendimizi yâd ediliyorlardır, kim bilir?

*

Belki de insanlar da okşanmaya, sevilmeye, yardım edilmeye ihtiyaç duydukları için, özetle kedilere benzedikleri için onları evlerine alıp besliyor, kucağına alıp okşuyor, kalorifer dibinde kıvrılıp yatmalarına müsaade ediyor.

*

Bir gazeteci meslektaşımız da ölen kedisi üzerine yazdığı yazıda, çocuğundan öte duygular kaleme almıştı. Kedisinin sonsuz ayrılığını anlatırken; “Bir iki gün süründüm öyle. Migrendi, midemdi, oydu buydu… Hiçbir yerde değildim. Havada yürüyor gibi ağırlıksız. Hayatımın 11 yılında birlikte olduğum varlık yok… Toparlanamadım! Gazetedekiler teselli için uzun süreli bir iş seyahati koydular önüme… Önce Güney Afrika, sonrasında Hint Okyanusu’nda cennet gibi bir adaya Mauritius’a sürdüler beni. Gittim, döndüm ve yine onarılmaz bir üzüntünün içinde buldum kendimi” diyordu.