Önceki Pazartesi yayınlanan ve sinema sektörümüzün tembelliğine  değindiğimiz yazıda sık sık “şu basit, bu basit, şöyle yapmak en basiti” filan deyince, bu “basitliği” biraz açmak gerekti. Kolay değil, yine de deneyeceğim.

Dünya futbolunun unutulmaz isimlerinden Hollandalı Johan Cruyff şöyle diyor: “Futbol basit bir oyundur; fakat basit oynamaktan daha zor bir şey yoktur.”

Cruyff’ün futbol için söylediği şey sinemada da geçerli. Sadece sinemada da değil; sanatın diğer dallarında, dahası, hayatın hemen her alanında öyle: Basit çok güzeldir, basit çok iyidir, basit her zaman doğrudur; ama hiçbir zaman kolay değildir.

HITCHCOCK VE YERÇEKİMİ

Daha önce yine bu sayfada, sinemanın mimar ve mühendislerinden, İngiliz Alfred Hitchcock’u uzun uzun tarif etmiştik. Hitchcock’un en belirgin özelliği basit olmasıdır. Bir oda, bir “masa” ve bir parça iple şahane bir film yapmıştır (Rope, 1948). Ya da odasından çıkamayan sakat bir adamın elindeki dürbünle… (Rear Window, 1954). Bugün milyon dolarlar harcanarak sağlanamayan gerilimi, aksiyonu, mizahı, ironiyi, Hitchcock bir trenin iki üç kompartımanında muazzam şekilde kurmuştur (The Lady Vanishes, 1938). Her biri çok basittir, yani her biri çok zordur ve Hitchcock bu yüzden Hitchcock’tur.

(Bu noktada, son dönemin bana Hitchcock’u en çok hatırlatan filmi olarak, Alfonso Cuaron imzalı 2013 yapımı “Gravity-Yerçekimi” filmine ayrı bir parantez ve ayrı bir paragraf açmam gerekiyor. Cuaron, tek bir karakterle ve uçsuz bucaksız uzay boşluğunda müthiş iç çıkarmıştır [Üstelik o tek karakteri de Sandra Bullock oynamıştır; neyse…] Film büyük bütçelidir, Cuaron’un en büyük bütçeli filmidir, ama Cuaron muhtemelen o bütçenin yüzde 1’i ile de aynı filmi yapabilirdi. Tek karakter ve uzay boşluğu gibi başlıbaşına büyük problemleri basit düşünerek aşmıştır; filmin büyük bütçesine yaslanarak değil.)

KISA CÜMLE VE EXUPERY

Yazı yazmaya başladığım ilk dönemde uzun, upuzun cümleler kurardım, üstelik bunu bir marifet zannederdim. Sonra sonra, yaza yaza öğrenmeye başladım ki, aslolan, marifet olan kısa cümleler kurabilmek. Kısa cümle, kısa yazı; ritmli, parlak, sade… Yani basit. (Bu yolda pek mesafe aldığım söylenemez ama çabalıyorum, emin olun.)

“Le Petit Prince-Küçük Prens”in Fransız yazarı Antoine de Saint Exupery de şöyle diyor: “Mükemmellik, eklenecek bir şey kalmadığında değil, atılacak bir şey kalmadığında sağlanır.”

Basit düşünemiyoruz, basit yazamıyoruz, basit çekemiyoruz. Sağımızdan solumuzdan karışıklık bombardımanına tutuluyor olmamız buna mazeret değildir. Nitekim bizden öncekiler de, kendilerince karışıklık bombardımanına maruz kalmışlardı; bunu aşıp basitliğe giden yolsa, tekrar tekrar yapmaktan geçti. Düşüne düşüne, yaza yaza, çeke çeke basitliğe ulaştılar. Dolayısıyla, geçen haftaki yazıya da atıfla, bizi tekrar tekrar yapmaktan alıkoyan tembellik, mevzubahis basitlik önündeki en büyük engelimiz.

HASAN AYCIN VE “YAPMANIN” ÖNEMİ

Bir sohbetimizde üstadım, ağabeyim Hasan Aycın, bu “yapmanın” bir diğer önemini şöyle anlatmıştı: “Anlamanın tek yolu vardır: İfade etmek. İfade ettiğin zaman anladığını anlarsın. Şu kitaplar (Esrarname, Sahipkıran, vs…) mesela, benden çıktı. Bunlar bende varmış demek ki. Ne zaman anladım bende olduğunu: Ortaya çıktıktan sonra. ‘Konuşsam roman olur’ muhabbetleri vardır… yazmadıkça bunun hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. O boş bir avuntudur, kasıntılıktan başka bir şey değildir.” (…ve çağımızın en büyük sanatçılarından Hasan Aycın da, hem konuştuklarında, hem çizdiklerinde ve hem yazdıklarında hep basitlikten yanadır.)

YUNUS EMRE VE YUNUS EMRE

Güya basitliği anlatacağımız yazıda biraz dağıttık; mümkün olduğunca toparlayalım:

Hedefimiz basite ulaşmaktır, çünkü basit olan iyidir, güzeldir ve her zaman doğrudur. Fakat, işte, çok zordur. Zorluğu aşabilmek, ta en baştan, daha düşünce safhasındayken basit olmakla ilgilidir. Eğer dâhi değilsek, bunu hemen sağlayabilmemiz hemen hemen imkansızdır; zamanla ama tekrar tekrar yaparak mümkün olana yaklaşmamız mümkündür.

Velhasıl, bol bol Yunus Emre okuyalım dostlar.