Bir söz vardır: “Sen gerçeği tabakta masaya koyarsın görmüyorum der. Bir başkası yalanı mutfakta gerçek diye pişirir. Kokusunu duyup doğru diye inanır.”

Bu biraz güvenle alakalı bir şeydir.

Çevremizde olup biten her şey bir kurgudan ibaret gibidir. Çoğu zaman bu akışa kendimizi kaptırıp gideriz. Kötü giden bir şeye müdahale konusunda bazen o kadar çok geç kalırız ki, iş işten geçmiş olur.

Günlük hayatımızı kendi gerçeklerimizle şekillendirmemiz gerekiyor.

İnsanın kendini gerçekleştirmesinin en önemli yolu ihtiyaçlarının farkına varmasından ve bu ihtiyaçları karşılama konusundaki doğru çabalarından geçiyor. Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” kuramına göre insanın hayata tutunabilmesi ve var olabilmesinin kaynağını oluşturan ‘şey’ler aynı zamanda hiyerarşik bir düzen içindedir. Buna Maslow Piramidi de denmektedir. Bu piramidin ikinci basamağını ‘güvenlik ihtiyacı’ oluşturur.

Özellikle siyasi düzlemde buna çok ihtiyacımız var. Bir seçimi ölüm-kalım savaşına dönüştürürseniz, bu ciddi bir güvenlik krizini de beraberinde getirir. Daha da ileri gidip, rakibinizi mağlup edip, zafer sonrasında kendinize ‘Tanrı’sal güç vehmederseniz işte en büyük güvenlik sorununa kapı aralamış olursunuz.

Seçim nedir?

Rakiplerin aynı tarihte, farklı şartlarda çıktıkları yarışı başarılı bir motivasyonla götürüp, sonuçta ipi göğüslemesidir. Seçimin sonunda rakibinize bilmem kaç puan fark atmanız, rakibinize oy vermiş olanlara hizmet etmeyeceğiniz anlamı taşımamalıdır.

Araçlardaki fren sistemini hatırlayalım. Otomobil teknolojisi hızla gelişmiş olmasına, hava yastıkları, çelik bariyerler, kaza anında yakıt kesici aparatlar icat edilmesine rağmen, başlangıçtan günümüze değişmeyen tek sistemdir.

Fren, bir taşıtın hızını düşürmek ya da hareketini sonlandırmak için kullanılan mekanizmaya verilen isimdir. Bu sisteme bağlı balata, ayna, disk gibi mekanik parçalar da dahildir.

Başarılı bir siyasetçinin fren sisteminin iyi olması gerekir. Gaza ne zaman basacağını, ne zaman fren sıkacağını iyi bilmesi kadar…

Yanında kim var, arkasından kim geliyor, önündeki araç nasıl gidiyor gibi bilgilere de vâkıf olması gerekiyor. Şayet bütün bu bilgilere sahip olmaz ise hem kendisi, hem de rakibi ve en önemlisi hizmet verdiği insanlara karşı ciddi bir güvenlik açığına neden oluyor demektir.

Şunu kabul edelim…

Hepimizin ön kabulleri var. Ve varlığımızı bu ön kabullere göre şekillendiriyoruz. İhtiyaçlarımız, hırslarımız, beklentilerimiz, ideallerimiz de buna dahil. Fakat kontrol mekanizmamızda ciddi sorunlar var. Toplumun geneline baktığımızda bu sorunu çok net biçimde görebiliyoruz.

Eskiden ülkenin en güvenilir kurumu, kişisi gibi anketler yapılırdı. Bu anket sonuçlarına göre antipati-sempati refleksimizi çalıştırırdık.

Aynı mahalleden olmak, aynı cemaate mensubiyet, aynı arkadaş çevresinde bulunmak gibi ön kabullerimiz hâlâ var. Renkdaşlık da… Ama bu yetmiyor, kalın renkler, ince detaylar, pastel renkler…

Mesela inanç birlikteliği de böyle… Ama rant eliyle ödülmüş ince pamuk ipliğine bağlanmış durumda…

Yeter ki bizim olan, bizden olan, bizim gibi düşünenler yazsın, konuşsun, yapsın…

Kitabın ortasında okuyup yazsa da sorun değil. Çünkü o demek zaten ‘biz’ demek…

İşte temel problemimiz bu…

Yani kendimize bakar olmak…

Başkasına kör…

Şimdi derhal, acilen, ivedilikle…

Bütün enerjimizi bu mesele üzerinde yoğunlaştırmamız gerekiyor.