Hz. Âdem’le başladı göç yolculuğumuz. Önce, cennetten dünyaya göçtük. Zorunlu bir yolculuktu bu. Koskoca dünyayı paylaşamaz olduk. Bir karış daha fazla toprağa sahip olabilmek için, insan kardeşlerimizi ya öldürdük, ya da sürdük. Dünyalık elde etme telaşemiz, gün geldi kendi kardeşlerimizi çiğnememize neden oldu. Değil bir avuç toprak, bir ülke toprağı bile değer mi bir insan öldürmeye. İlâyı kelâmullahı yüceltme, yayma dışındaki hiçbir toprak edinme gayesi kabul edilemez. Buna da fetih denir. Fetih, öldürmek için değil, yaşatmak için yapılır. Fetihle; belki, kurumaya yüz tutmuş, ölmek üzere olan bir yaşlı ağacın yaşlı dalları budanır fakat o ağaçtan Nevbaharlar zuhur eder. Taze sürgünler fışkırır. Fetih; öldürmek için değil, yaşatmak için yapılır ve fetih dışında elde edilen topraklar, gasp edilmiş topraklardır. İnsanlık tarihinin çoğu, gasp edilmiş topraklar tarihidir. Doymak bilmeyen iştihalarla yasak meyveye saldıran insanlar/devletler, nice toplu katliamlara, nice sürgünlere kapı araladı. Bu şeytani yöneliş, kendi dışındakilerin kanını emmeyi, her daim mazur gördü kendince.

Tarihte korkunç acılara sebebiyet veren vahşi Moğol istilası, böyle bir istilaydı. Bir, bin, milyon değil; milyonlarca insan kan kustu bu istila yüzünden. Orta Asya’dan Anadolu’ya; İran’dan Afganistan’a kadar milyonlarca kilometre kare toprak, cehennem ateşiyle yandı. Milyonlarca masumun kanı, kavurucu yaz sıcaklarında, sünger gibi emildi kara toprakça. Milyonlarca mazlum, bu vampir sürüsünün elinde telef olmamak için, evini barkını, vatanını bırakıp göç etti. Tarihte yaşanan en büyük nüfus hareketlerinden olan, Moğol vahşeti kaynaklı bu göçler, yüzyıllarca sürdü.

Endülüs, ah Endülüs!

Yüreğimizin en derin köşelerinde, yüzyıllardır ilaç bekleyen bir yaradır Endülüs. Ağlamak için, bu kelimeyi telaffuz etmek yeterli. Dünya tarihinin en büyük cinayetlerinden birinin adıdır Endülüs. Muazzam bir dünya medeniyeti kuruyorsunuz. Ortaçağın vahşi Avrupa’sının Reform ve Rönesans’ına ilham oluyorsunuz; bunun karşılığında da size lütfedilen ücret; yediden yetmiş yediye, kadın çoluk çocuk denmeden kılıçtan geçiriliyorsunuz. Dünya tarihindeki en acı göç yolculuklarından biridir Endülüs. Her şey tersine dönüp de Müslüman Endülüs karşısında Avrupa birleşince, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir cinayet tiyatrosu sergileniyor. Birleşik Avrupa ordularından canını kurtaramayanlar, tam bir soykırıma tabi tutuluyorlar. On binlercesi de göç yollarında katlediliyor. Tarihin gördüğü en kanlı göçlerden biridir Endülüs’ten dönüş.

Acı bir çekilme hikâyesi de, Evlad-ı Fatihan’ın Avrupa’dan çekilmeleri esnasında yaşanmıştır. Yaklaşık beş yüz yıl Osmanlı yönetiminde kalan Güneydoğu Avrupa’ya, yüzyıllar içerisinde çok sayıda Anadolulu Müslüman göç etmişti. Balkan savaşlarıyla Osmanlı ordusunun Avrupa’yı  terk edişinden sonra, yıllardır bizim tebamız olan, Osmanlı bayrağı altında huzur içerisinde yaşayan Hristiyan milletler, komşuları olan Müslümanları katletmeye başladılar. Beş yüz yılın sonunda, geri göç başladı. Bu hüzünlü göç esnasında göç yollarında, çok sayıda sivil Müslüman, gözü dönmüş caniler tarafından katledildi. İslam tarihi böyle nice hazin göç olaylarıyla doludur. Hangi birinden bahsedelim ki… Zalim Ruslar tarafından yapılan Kafkas sürgününden mi, Kırım Tatarlarına uygulanan sürgünden mi?

Bir kişiyle başlayan aşk hareketi, cahiliyenin kavurduğu Mekke sokaklarında çığ gibi büyüdü. Aşk’a en çok mazlumların ihtiyacı vardı. Önce onlar Müslüman oldu. Köleler, fakirler, sahipsiz garibanlar; Mekke’de neşvünema bulan aşkın ilk müşterileriydi. Dolayısıyla, Allah düşmanlarının işleri, ilk etapta kolay gibi görünüyordu. Öyle ya bir avuç garibanı tepelemek, zor olmasa gerekti. Şeytanın gönüllü askerleri işkencelerini artırıp gemi iyice azıya alıp kudurdukça kuduruyorlardı. “Habeşistan’da, adaletli bir kral varmış.” Sözünü duyan Allah elçisi, bu gariban, mazlum Müslümanlara, göç için izin verdi. Bu göç, başka bir göç idi. Amaç, diğer göçlerde olduğu gibi, daha rahat yaşam şartları elde etmek, lükse, sefahate kavuşmak değildi. Allah’ın dinini özgürce yaşayabilecekleri, Allah düşmanlarının kendilerine zulmedemeyeceği bir yer arıyorlardı. Bu, kutlu bir göçtü. Temelinde, Allah’ın rızasını aramak var idi. Aradan yıllar geçti. Aşk seli, Mekke’ye sığmaz oldu. Şeytanın gönüllü erleri kudurdukça kudurdu. Allah’ın adamları, bunaldıkça bunaldı. İşkence sokağa taştı. Dünyanın gözbebeği olan şehir, Allah adamları için, işkencehaneye dönüştü. Derken, kulunu darda bırakmayan Allah, kutsal göçlerin en şereflisi için ferman verdi. Dünyanın en şereflileri, mallarını mülklerini, evlerini barklarını, elde her neleri varsa terk edip sıcak çöl kumlarını yara yara yollara düştüler. Yaklaşık 500 kilometrelik çöl yolunu, kavurucu çöl sıcağının altında, ayakları granit taşlara yapışarak tamamladılar. İnsanlık tarihi, en muhteşem göç hareketine tanıklık ediyordu. Aşk için düşülen yol, en izzetli yoldu. İzzet ve celal sahibi Allah, bu yolcuların arasından, insanlık tarihinin yıldızlarını seçecekti. Kainatın sahibi; Mekke’den zelil olarak çıkarılan bu mazlumlara, fazla değil sekiz yıl sonra, aziz olarak şehirlerin anasının anahtarını nasip edecekti. Her kimin hicreti aşkullah için olursa, o kişi aziz olur. Her kimin de hicreti, nefsi için olursa, o kişi zelil olur. Güç ve kudret sahibi olan, Allah’tır. O’na götüren yollar, ne güzel yollardır. Ondan uzaklaştıran yollar, ne kötü yollardır. Dünyada ve ahirette aziz olmak isteyen, O’na hicret etmelidir. Şu kısacık ömürlerimiz, O’na hicret yolunda tüketilmelidir.

Bugün yine insanlık yollarda. Afrikalısından, Pakistanlısından, Suriyelisine; Afganistanlısından Mısırlısına yüzbinlerce insan göç yoluna çıkmış veya  göçün hayalini kuruyor. Çağdaş! Avrupa, yüzyıllar boyunca Afrika ülkelerini sömürdü. Adamların yeraltında yerüstünde neleri varsa, adi bir hırsız edasıyla çaldılar. Hatta yetmedi, Afrika’nın zavallı insanlarını bile sattılar köle olarak. Türkçe’de, hırsızın azılısı için: “Yavuz hırsız” tabiri kullanılır. Bu tabir, Avrupalıların hırsızlığını karşılamıyor. Hırsız, insanların eşyasını çalana denir. İnsanın bizatihi kendisini çalana, köle pazarlarında satana ne denir?

Şu anda; Avrupalılarca yüzyıllardır sömürülen mazlum halklar, kendilerini sömüren Avrupa üzerine akına geçti. Adeta ikinci kavimler göçü yaşanıyor. Yeryüzünde zulüm, sömürü olmasaydı; şeytanın satın aldığı ruhlar, yasak meyve hazzıyla diğer insanlara zulmetmeseydi, bu yaşananlar olmazdı. Avrupa ülkelerine yol alan, bu uğurda denizlerde boğulan mazlum, mağdur Müslümanlar, gavurdan dost olmayacağını da bu yolculuklarında aynelyakin görmüş oldular.

Ah ne olsaydı olsaydı da, Ademoğlu’nun kalbinde bu kadar hırs olmasaydı. Toprak ve menfaat elde etmek için insanlar birbirini boğazlamasaydı. Masum canlar göç yollarında heba olmasaydı.

Alemlerin sahibi, adildir. Hiç şüphemiz yok ki adaletiyle her şeyi kuşatan; bir lokma ekmek bulamadığı için kaburgaları birbirine geçen ve açlıktan ölen Afrikalı masum bebenin hakkını mahşer gününde, zalimden alıp hak sahibine teslim edecektir. Allah hakimdir, her yaptığını hikmetle yapandır.

Uçsuz bucaksız bir çöldeyim

Azık bohçamda,

Yıllardır topladığım günahlar

Gidiyorum

Kavurucu çöl sıcağında,

Yönümü bilmeden, gidiyorum

Issız çöl gecelerinde

Yıldızları yastık, ay’ı yorgan yapıyorum

Sormayın nereye gittiğimi,

Ben de bilmiyorum

Zahir;

Doğduğum gün kaybettiğim

Ecelimi arıyorum

Sık sık yılanlar kesiyor yolumu

Karanlık menziller çiziyorlar bana

Onları ne zaman dinlesem,

Isırıyorlar beni, ta ciğerimden

İstiyorlar ki, bulutlara kafa tutayım

Gözlerimi kapatayım,

Kocakarılara kurşun döktüreyim, kulaklarıma

Çöle benzeyen şu dünyayı

Evirip çeviren

Kum fırtınalarından ümitliyim

Çöle yağmur yağmaz, diyorlar

O dilerse, yağacağını biliyorum

Velev ki yağmasın yağmur,

Kavurucu çöl rüzgarları

Serinletmesin kavruk tenimi

Ne çıkar…

Gözyaşımdan deniz, âhımdan gemi yapmayı,

Bir becerebilsem

Çıkarım sahile