Mevlana Hazretleri: “Her kimde yok ise ateş, yok olsun böylesi” diyor. Öğrencilerimize önce aşkı öğretmeliyiz. İlme âşık olmayan öğrenciden ne hâsıl olur. Okuma aşkı olmayan bir insan, ilmin tadını almış mıdır sizce? Mesleğine âşık insanlar yetiştirmeliyiz. Mesleğine âşık doktorlar şifa dağıtabilir ancak. En estetik ve en sağlam yapıyı, mesleğine âşık mimarlar inşa edebilir. Öğrencinin mesleği de ilim öğrenmektir. Öğrenmeye, okumaya, yazmaya âşık olan öğrenciler ancak geleceğimizin büyük mimarları olabilirler.

Bazı edebiyat öğretmenlerimiz, öğrencilerin okuduğu fantastik romanları kabul etmiyor. Bu tür kitapların yararı elbette tartışmaya açık bir konu ancak şunu unutmamak gerekir ki günümüz gençlerinin birçoğu, bu fantastik kitaplar sayesinde okuma alışkanlığına adım atıyor. Bakıyorsunuz ki akademik seviyesi çok düşük bir öğrenci üç günde bu türden bin sayfalık bir kitabı bitirivermiş. Bu tür kitaplar, öğrencilerin okuma alışkanlıklarını perçinliyor, okuma hızlarını artırıyor. Bu tür kitapları öğrencilere tavsiye etmemekle beraber, şayet okuyorlarsa, okuma tercihlerine de saygılı olmak gerekir. Kitap okuma saatlerinde, faydalı gördüğümüz kitapların tanıtımı yapılmalı, fantastik kitapların kişilik gelişimine katkı sağlamayacağı, samimi dille ifade edilmelidir.

İlkokul ve ortaokulda Türkçe derslerinin en az bir saati; lisede ise Türk edebiyatı derslerinin iki haftada bir saati kitap okumaya ayrılmalı. Okuma saatinde, bütün öğrenciler, okuyup bitirdikleri kitabı ve yeni başladıkları kitabı getirmeliler. Kırk dakika boyunca bütün öğrenciler kitap okuyacaklar. Türkçe-Edebiyat öğretmeni de bu esnada sınıftaki bütün öğrencileri sırayla yanına çağırarak onlardan okuma raporlarını fısıltıyla, sınıfı rahatsız etmeyecek şekilde alıp düzenli olarak tuttuğu okuma çizelgesine kaydedecek. Bu çizelgede, hangi öğrenci kaç kitap okumuş, kaç sayfa okumuş, şu an hangi kitabı okumakta… gibi bilgiler bulunmaktadır. Öğretmenimiz, numara sırasına göre yanına çağırdığı öğrenciden bitirilen ve yeni başlanan kitap bilgilerini alır ve çizelgeye kaydeder. Bitirildiği söylenen kitabı açar, kitabın okunup okunmadığını anlamak için, içerisinden bir soru sorar. Okunduğuna kanaat getirirse, o kitabı okundu olarak işaretler ve sayfa adetiyle birlikte çizelgeye kaydeder. Yeni başlanan kitabın adını da, bir sonraki okuma saatinde o kitabın bitirilip bitirilmediğini sormak üzere çizelgeye not alır.

Sınıf ve okul bazında sayfa adetine göre en çok okuyan öğrenciler bu şekilde belirlenir ve aylık, iki aylık periyotlarla listeler halinde ilan edilir. Sınıf ve okul bazında en çok okuyan öğrenciler ödüllendirilir. Az okuyan veya hiç okumayan öğrenciler de belirlenir. Bu öğrencilerle ve aileleriyle görüşülür. Ailenin de desteği istenir. Okumamakta hala direnen öğrenciler yüreklendirilir. İnce, kolay okunabilir farklı türlerde kitaplar okuması tavsiye edilir. Yirmi yıllık öğretmenlik hayatımda bu metotları uyguluyorum. Bu şekilde uygulamadan sonra, kitap okumama konusunda ayak direten bir öğrenciyle karşılaşmadım.

Bu metot uygulandığında, kitap okumayan öğrenci, öğretmenine okuma raporu verirken ister istemez mahcup oluyor. Az sayıda da olsa kitap bitirip getirmeye kendini zorunlu hissediyor. Bu uygulama sayesinde öğrencilerimden, bir yılda orta boy otuz kitap okuyan çok öğrencim olmuştur. Öyle oluyordu ki okuma listem doluyordu, yeni ek liste açmak zorunda kalıyordum. Okumanın tadını, heyecanını almış öğrencilerimin taşırdığı bu listeler beni de heyecanlandırıyordu.

Bazen, yılın beşinci okuma saatinde bana bir adet bile kitap getirip anlatmamış çetin cevizlere rastladığım da oluyordu. Sorup soruşturuyordum ki bu öğrenci liseye kadar hiç kitap okumadan gelmiş. Kulağına eğilip sessizce: “İnce kitaplardan da okuyup anlatabilirsin, sorun yok…” diyordum. Bir sonraki okuma saatinde bakıyordum ki aynı öğrenci, küçük kardeşinin ince hikâye kitaplarından birini getirmiş, utana sıkıla bana uzatıyor. O öğrencinin onurunu ve cesaretini kırmadan, sıradan bir durummuş gibi olayı geçiştirip kitabını kabul ediyordum.  Artık bu konuda emekleyebildiğini gören çocuğun cesareti yerine geliyor, dört elle kendi seviyesinin kitaplarına sarılıyordu.

Bu uygulama, bazı öğretmenlerimize zor gibi gelebilir. “Kırk dakikada, o kadar öğrencinin okuma raporu alınmaz.” dediğinizi duyar gibi oluyorum. İşin pratiğini öğretmen ve öğrenci kavradıktan sonra çok kolay. Sistem kendiliğinden oturuyor zaten. Öğretmen sınıfa girer girmez herkes okumaya başlıyor. Tâ ki zile kadar. Öğrencinin, bir kitabı okuyup okumadığını anlamanız bazen on saniyenizi alıyor. Hepsi, bir adet can alıcı soruya bakıyor. Kaldı ki bütün öğrenciler de o ders saatinde, bitirilmiş kitap getirmiyor. Bazıları: “Hocam, şu kitabın 250. Sayfasına kadar gelebildim.” diyor. Bu tür öğrenciye zaten soru sormuyorsunuz. Dolayısıyla, kırk dakikada bir sınıfın okuma raporu alınabiliyor. Okuma raporları her öğrenci için nota dönüştürülür ve dönem sonu performans notlarının biri buradan verilirse, bu rüzgar, öğrencinin motivasyon yelkenini uçurmaya yeter.

Okullarımızdaki kitap okuma uygulamalarındaki en önemli çıkmazlardan birisi kitap yazılılarıdır. Bugüne kadar kitap yazılısı hiç yapmadım ve bu uygulamanın hep karşısında oldum. Sebebi de bu uygulama, öğrenciyi kitap okumaktan soğuttuğu gibi sahtekarlığa alıştırıyor. Kitap yazılısından, o kitabı gerçekten okuyan öğrenci 95 aldıysa; kitabın özetini arkadaşından dinleyen, internetten bulup okuyan, ya da filmini izleyen 85 alabiliyor. Özet okuyup 85 alan, kitabı gerçekten okuyan için kötü örnek teşkil ediyor. Bu gibi sebeplerden dolayı kitap yazılılarına karşıyım.

Öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırma konusunda sadece Türkçe-Edebiyat öğretmenleri değil, bütün öğretmenler sorumludur. Kırk dakikanın kırk dakikasında ders işlenmez. Örnek olarak matematik öğretmenimiz otuz beş dakika ders anlattı. Son beş dakikada da o hafta okumakta olduğu İskender Pala’nın “Katre-i Matem” adlı kitabını çantasından çıkarıp süre yettiği kadar o kitap üzerinde öğrencilerle sohbet etse, kitabın içindeki can alıcı olaylardan birini anlatsa, samimiyetle söylüyorum ki o sınıftan en az on kişi, o kitabın adını defterine kaydedecektir. Kimileri gerçekten o kitaba ulaşıp onu okuyacaktır. Okumasa bile öğrenci en azından “İskender Pala” adını duydu. O kitaptaki can alıcı olayı dinleyince, kitaba karşı merakı uyandı, acaba devamında ne var, diye düşündü. En önemlisi de matematik öğretmenlerinin bir okuyucu olduğunu öğrendi. Matematik öğretmeninin, bu okuma fiilinin lafazanı değil, gerçek bir temsilcisi olduğunu anladı. Bu mesaj çok önemli. Eğitimin her alanında olduğu gibi okuma kültüründe de motivasyon çok önemli. Okumanın, gerekli bir fiil olduğuna ikna olan öğrenci okuyor. Okumayan öğrenci, bu konuda ikna edilememiş öğrencidir.

Okuma alışkanlığı konusu, millet olarak önemsememiz gereken stratejik konuların başında gelir. Kendi füzemizi yapmamız kadar önemli bir konu. Maalesef bu konuyu yeterince önemsemiyoruz. Bir nesli fiziki imkanlar bakımından göğe de çıkarsanız, ruhları aç insanlardan geleceğe dair ne bekleyebilirsiniz ki?

Selam ve dua ile, kelamın sahibine emanet olunuz…