Allah’ın selamı üzerine olsun. Bu köşemizde inşallah, eğitim içerikli yazılarımızla, gönüllerinize misafir olacağız. İlk konumuz da malum, memleket meselesi: “Niçin okumayan bir toplumuz?” sualine yanıtlar arayacağız.

Hani hep şikâyet ederiz. “Üniversite eğitimiyle birlikte neredeyse on iki yıl boyunca İngilizce dersi alan nesillerimiz, İngilizceyi niçin öğrenemiyor, günlük hayatta lazım olan en basit cümleleri niçin kuramıyor?” diye… Bu soruna bakış açımızı değiştirmeden, çözüm bulabilmemiz mümkün değil. Soruna, baktığımız yeri değiştirmemiz gerekiyor. Farz edin ki itfaiyecisiniz. Bir binada yangın çıkmış ve siz de o yangını söndürmek için oradasınız. Yangın, binanın ana girişinde çıkmış ve içeri giremiyorsunuz. Ne yapmamız lazım. Binaya başka giriş var mı diye binanın etrafını dolaşmamız lazım. Soruna farklı açılardan bakmamız lazım. Bu kural, hayattaki bütün problemler için geçerlidir. Matematik problemlerinde de, sosyal, ekonomik, kültürel problemlerde de fark etmiyor. Nesillerimize, yabancı dil öğretememe problemimizin kaynağı, ana dilimizi öğretemiyor olmamızdan geçiyor. Kendi ana dilini tam olarak öğrenemeyen bir insanın, başka bir dili dört dörtlük öğrenmesi mucize kabilinden bir iş olur. Otomobil kullanmayı bilmeyen bir kişinin, tır kullanmayı öğrenmeye çalışması ile eşdeğer bir iş. Bir insanın bir dile vukufiyetini anlamak için, gramer bilgisinden de önce o dil ile konuşabilmesine, yazabilmesine ve okuyabilmesine bakılır. (speaking, writing, reading)

Günümüz Türkiye’sindeki gençliğimizin; okuma, yazma ve konuşma yeterliliklerinin her biri bir makale konusu. Zaten bu üç husus, Türkçe-Edebiyat dersinin en temel üç amacıdır. Aynı zamanda üniversite eğitimini de dâhil edersek, bir gencimiz, on altı yıl boyunca Türk Dili ve Edebiyatı dersi görüyor. Ana dili Türkçe olup da bir de üstüne üstlük on altı yıl Türk Dili dersi gören bir insandan bekleyebileceğimiz yeterlilik seviyesi: “ağzını açtığı zaman, duygu ve düşüncelerini karşı tarafa aktarabilmesi; eline kalemi aldığı zaman, herhangi bir konudaki duygularını imlaya uygun bir biçimde en az bir A4 kâğıdını dolduracak kadar ifade edebilmesi ve nihayetinde Türk ve dünya edebiyatından örnekleri okuyarak orta seviye bir genel kültür yeterliliğine sahip olması” dır.

Öğretmenlerimiz, bizlere kitap okutmaya birinci sınıfta başlıyor. Çocukluğumuzun fenomeni “Cin Ali” serisi, okullarda hala okutuluyormuş. Her kitap kurdunun, okuma aşısı aldığı birisi vardır. Bu; ya arkadaştır, öğretmendir, ya da anne-baba…

Okuma alışkanlığı aşılanmasında öğretmenlerimize çok önemli görevler düşüyor. Öğretmenlerimizin öncelikle kendileri iyi bir okuyucu olmak zorundadır. Malum, yanmayan yakamaz. Sözün tesirli olabilmesi için, söz sahibinin o konudaki ihlas ve samimiyeti önemli. Sigara içen bir babanın, öğretmenin: “Sigara içmeyin çocuklar” sözü ne kadar tesirli olursa, okuma alışkanlığı olmayan bir öğretmenin: “Kitap okumak çok faydalıdır.” hitabı da o derece etkiden uzaktır.

Günümüz Türkiye’sinde, ilkokul birinci sınıfta başlayıp üniversitede de devam eden Türk Dili ve Edebiyatı müfredatı, öğrencilerimize okuma alışkanlığı kazandırmada etkisiz kalmakta; hatta ayak bağı olmaktadır. Müfredata yüzde yüz bağlı kalan bir öğretmenin öğrencisinin, Türkçe-Edebiyat dersinden sıkılmaması neredeyse imkânsız. Türkçe-Edebiyat dersinin en temel işlevi, okuma kültürünü öğrencilere kazandırmak olduğu halde, ders müfredatı; ortaokulda dilbilgisine, lisede ise akademik terminolojiye boğulmuş durumdadır. Eğitim sistemimiz; eğitime değil de yarış atı yetiştirmeye odaklandığından öğretmenlerimiz müfredatın dışına çıkamıyorlar. İşte tam da bu noktada bütün öğretmenlerimize, özellikle Türkçe-Edebiyat öğretmenlerimize ve sınıf öğretmenlerimize çok büyük görevler düşüyor.

İlkokulda sınıf öğretmenlerimiz, ortaokulda ise Türkçe öğretmenlerimiz, derslerinde önceliği okumaya ve yazmaya vermelidirler. Hele hele ilkokul müfredatında, imla-noktalama dışında gramer bilgisi hiç yer almamalıdır. Dördüncü sınıfı bitiren bir öğrenci okumanın tadına ermiş olarak ortaokula gitmeli. Ağaç, yaşken eğiliyor. Yukarı çıkıldıkça oksijen azalıyor, zaman daralıyor. Anadolu Lisesi ve üniversite sınavları ana gündemi oluşturmaya başlayınca, kitap okuma geri plana itiliyor.

Türkçe-Edebiyat öğretmenlerimizin öğrencilerine kitap okutma gündemi, müfredatın öncelikli hedefi olmalıdır. Hani adalet sistemimiz için hep şöyle diyoruz ya: “Kanunlar yeterli olmasa da hâkimler adaleti sağlamalıdır.” Eğitim sistemimizde de böyle olmalı. Pireye kızılıp yorgan yakılmaz. Müfredatı beğenmemeyi mazeret edinmemeliyiz. Müfredatın yorumlayıcısı ve uygulayıcısı biz öğretmenleriz.

Okuma kültüründe, öğrencilere okutulacak kitapların belirlenmesi de çok önemli. Zorunlu okuma listeleri ilan edilebilir. Ancak, bu listeler öğrencilere dayatılmamalı. Unutulmamalı ki her ilaç her hastaya iyi gelmeyebilir. Her çocuk her kitabı beğenmeyebilir. Eğitimimizin üst kademelerinde öyle öğrencilerle karşılaşıyoruz ki insan hayretten donakalıyor. Bir tane bile roman bitirmeden lise son sınıfa gelmiş öğrenciyle karşılaşıyoruz. Şimdi, bu öğrenciye “Eylül” romanını dayatmamak gerekir. Öğretmen, yeri geldiğinde doktor gibi davranmalı. Her hastaya aynı ilaç verilmez. Teşhis konulduktan sonra uygun ilaç yazılmalı. Çocuk, otomobil kullanmasını bilmiyor, siz ondan uçak kullanmasını bekliyorsunuz. O öğrenciyi, akıcı hikâye kitaplarından başlatmalısınız. Puanlamada da, onun bitirdiği hikaye kitabı ile “Eylül”ü bitireni bir tutmalısınız.

Bir yıl boyunca okutulacak kitap listeleri belirlenirken, seçilen kitapların edebi, ahlaki, kültürel seviyelerine dikkat etmek gerekir. Bir kitabın dünya çapında çok satanlar listesinde yer alması, çok kaliteli bir kitap olduğu anlamına gelmiyor. Her kitap okunabilir. Az çok her kitabın faydası vardır ama öyle kitap var ki öğrenciyi bir basamak yükseltir; öyleleri de var ki insanın ayağını yerden keser, insanı adeta uçurur.

Zorunlu okuma listelerindeki kitap adetlerini sınırlı tutup, öğrencilerin kendilerinin belirleyecekleri okuma tercihlerine de saygılı olmak gerekir. Örneğin öğrencilere sene başında şöyle denilebilir: “Yıl boyunca herkes en az on kitap okuyacak. Bu on kitabın beş adeti, bizim belirlediğimiz listeden, beş adeti de kendi belirleyeceğiniz kitaplardan oluşacak.”

Bir işin başarılmasında ilk adım, planlamayla, hedef göstermekle başlıyor. Eğitim hususunda; başarısız öğrenci yoktur, ikna edilememiş öğrenci vardır. Öğrenmeye karşı merak duygusu ve heyecanı uyanmış bir öğrenciyi tutabilene aşk olsun…

“Okuma Aşkı” konumuza, sonraki yazımızda devam edeceğiz inşallah.

Selam ve dua ile…