Âlem, ne acayip bir bilmece. Öyle insanlar vardır ki, ömürleri bir gündür. Kelebeğin ömrü kadardır bu dünyadan alacakları nefes. Öyle insanlar vardır ki, otuz yıl gibi kısa bir ömür yaşamalarına rağmen adlarını, dünyanın altın sayfalarına kazımışlardır. Şu fani dünyada uzun nefesli olup da berheva bir ömür geçirmişlere ne yazık… Şu dünya meydanından geçip de bir iz bırakamamak, ne acı… Hiç yaşamamış gibi olmak, ömrün yapraklarını, sigara dumanını havaya puflar gibi, boşluğa savurmak ne fena… Veyl olsun, dünya meydanından geçip de hayat bilmecesini çözemeden gidenlere. Veyl olsun, bir yaraya merhem olmayana, bir gönle girmeyene, nefsinin ene kabuğunu ezemeyene. Veyl olsun, şu deni dünyada, ancak kendisi için yaşayana, etrafına bakmayana, bakıp da görmeyene, gözyaşını silmeyene. Veyl olsun, âlem yangın yeriyken, gamsız gezene, gününü gün edene.

Dünya bir nehirdir, ademoğlunun bu nehirden nasibi ise, kabının büyüklüğü kadardır. Kimi, bir bardak; kimi bir kova; kimi de okyanusları azık eder göçer bu yağma meydanından. Öyle zavallılar da vardır ki, bir damla dahi alamazlar o nehirden. Apansız, karşılaşıverirler görevli melekle, öylece kalıverirler, ışıklar söner, ömür sofrası, bir daha açılmamacasına dürülür, emanet alınır ve sahibine götürülür.

Mavi gezegenimizin kâinattaki yeri, bir nokta kadardır. Her bir âdemoğlunun kâinattaki yeri ise, dünyadaki bir atom zerreciğine denk geliyor. O kadar yani, herkes haddini bilecek. Öyle çalımlı çalımlı yürümeye gerek yok.

Ama; atom var, atom var… Öyle atomlar var ki, enerjileri kabuklarına sığmıyor. Adeta bir nükleer enerji üretiyorlar ve diğer atomları topyekün harekete geçiriyorlar. Kâinatta aynı büyüklükte olmalarına rağmen, her atomun aynı olmaması gibi, her insan da aynı değil. İnsan var, insan var…

Milyonlarca insanın katledilmesine sebep olan Cengiz Han da insan; içindeki insan sevgisini sekiz asırdır bütün dünyaya dağıtmasına rağmen bitirememiş olan Yunus Emre de insan.

“Büyük adam olmak” lafı, ağızlarımızda sakızdır. Çocuklarımızın her birinin büyük adam olmasını isteriz. Oysa düşünmeyiz ki, büyük adamları büyük adam yapan, küçük adamlardır. Kâbil olmasaydı, Hâbil’in değeri anlaşılabilir miydi. Âlemde her şey zıddıyla kâim. Aşağılık, sefih insanları gördükçe; kaliteli insan tanımını daha iyi yapabiliyorsunuz.

Evlatlarımıza meslek telkin ederken; dünyalık kazancı en iyi meslekleri tercih ederiz toplumca her nedense. Hepimiz doktor olmayı hayal ederiz. Tanıdıklarımıza ilk telkin edeceğimiz meslek budur. Bunun en önemli sebebi, söylediğim gibi malum, Türkiye şartlarında en iyi kazanç sağlayan mesleklerin başında doktorluğun gelmesidir. Evladım doktor olsun. Çok kazansın, rahat yaşasın, çok iyi evi, arabası olsun vesaire… Ne bencilce bir hayal. Oysa, aynı hayalde ufak bir değişiklik yapsak, ulvi bir hayale dönüşecek: “Evladım, doktor ol. Vatanına, milletine, imanına; bir doktor olarak hizmet et. Fakiri fukarayı da gözet. Şâfi olanın şifasını dağıt. Dermansız hastalıklara derman ara…”

Büyük adam; ne doktor olandır, ne mühendis, ne general… Büyük adam olmak için, meslekten önce adam olmak gerekir. Ne olursan ol, önce adam ol. Bu sözü, mermere kazır gibi kazımalıyız genç dimağlara. Adam olamamış bir doktordan, hâkimden, mimardan; ne kendine ne de topluma hayır gelmez. Bir insanın adam olması, öncelikle; kendisi için değil toplumu için yaşamasından anlaşılır. Kendisi için yaşayanlara ihtiyacı yok bu toplumun. Kendisi için yaşayanlar, bir ağacın dalından değil de gövdesinden çıkan sürgünlere benzer. Daldan çıkan sürgün, ağaç için faydalıdır. Gövdeden veya köke yakın çıkan sürgünler ise, ağacın hayatını tehlikeye sokar. Bu toplum, gövdeden çıkan gayri meşru sürgünleri çok gördü. Ama fırsatını bulunca, bunları budamasını da bildi. İttihat Terakki zihniyeti böyleydi. Cumhuriyet sonrası, bu milletin öz değerlerine savaş açan İnönü dönemi zihniyeti böyleydi.

Peki kimdir büyük adam?

Büyük adam, her şeyden önce kendini toplumun idealleri uğrunda adayan adamdır. İdealleri için kelleyi koltuğa alan adamdır.

Büyük adam; cılız bir delikanlı olduğu halde, tek başına putlara kafa tutan, elindeki baltayla putları kıran İbrahim’dir.

Büyük adam; önde deniz düşman, arkada düşman gibi deniz olduğu halde Allah davası için gemileri yakandır, Tarık Bin Ziyad gibi.

Büyük adam; on yaşından beri İstanbul rüyası görmektir. Bu rüyayla yatıp bu rüyayla kalkmaktır. Hatta bu rüya uğruna, geceleri uykusuz geçirmek, uykuyu gözlerine haram etmektir, fatih Sultan Mehmet gibi.

Büyük adam; sekiz yıllık ömrüne dört milyon kilometrekarenin fethini sığdıran Yavuz Sultan Selim’dir.

Büyük adam; çocuk yaşta ana babadan kopup, ardına çil çil kubbeler serpen orduda mimar olmaktır; zamanın, depremin eskitemediği şaheserler yapan, bunların rüyasıyla ölüm uykusuna dalan Mimar Sinan’dır.

Büyük adam; ölüm döşeğindeki bir cihan imparatorluğunun ecelini, izlediği usta siyaset sayesinde otuz yıl geciktirmeyi başaran Abdulhamit’tir.

Büyük adam; cihadını sinemaya döken, “Çağrı ve Ömer Muhtar” filmlerinin yönetmeni; “Kudüs – İstanbul’un Fethi” filmlerinin rüyasıyla gözlerini yuman Mustafa Akkad’dır.

Büyük adam; millete kurulan kumpasları, Allah’ın inayetiyle tersyüz eden, yüzyıllardır ağlayan İslam ümmetine yeniden umut aşılayan, bu uğurda tenden geçen Uzun Adam’dır.

Yukarıda verdiğimiz örnekleri, topluma önderlik yapmış meşhur insanlar içerisinden seçtik. Ancak; büyük adam olmak için illa da tanınmaya, liderlik yapmaya gerek yok. Örneğin; yuvasına helal lokma götürebilmek için gecesini gündüzüne katan bir baba, büyük adamdır. Başka bir iş bulamadığı için çaresiz kalıp, harama bulaşmadan nefsini ayaklar altına alarak çöplerden plastik ve kağıt toplayan adam da büyük adamdır. İşinin hakkını titizlikle yerine getiren, işine aşık bir memur da büyük adamdır. Kimin ne kadar büyük olduğu, yarın hakkın divanında belli olacak. Terazinin başında, kim bilir ne şaşkınlıklar yaşayacağız. Büyük adam zannettiğimiz nicelerinin, aslında ateş ehli birer mücrim olduklarını şaşkınlıkla göreceğiz.

Şu fani dünyada bizleri değerli kılan, büyük adam yapan; ne mesleğimiz, ne paramız, kıyafetimiz, evimiz, arabamız ne de meşhur olup olmamamız. Allah katında üstünlük, takvadadır. Belediyede temizlik görevlisi olarak çalışan bir insan, Allah katında nice doktorlardan, generallerden daha üstün olabilir.

Sözün özü; insan tabiki hedefleri uğrunda gayret edecek. Ama, o hedeflere ulaşamazsak, başbakan olamadık, doktor, hakim, savcı olamadık diye üzülmeye gerek yok. Adam olmayı başarmışsak, haddimizi biliyorsak, yaratıcımızla diyaloğumuz iyiyse, büyük adam olma yolundayız demektir. Üstad Fuzuli’nin dediği gibi:

“Aşk imiş her ne var âlemde; ilim bir kîl u kal imiş ancak.”