İnsan akıl ve kalpte kendini özgür bırakmadığı müddetçe, kendi ırkının hizmetkârı olacaktır.

Ahlaklı oluşu birey benimsemiyorsa, o toplumda refah düşünülemez. Ezber bir iyiliğin altı çizildiği için, doğrular değişime uğruyor. Sonrası puslu hayat tarzı. Oluşturulan güç topları ile eğlenirken kazananlar! Ve bunları yere göğe sığdıramayıp, o manzaraya sürekli imrenenler her sahada sömürüldüklerini hiçbir zaman anlamayacaktır.

Toprağın asaleti ile konuşmaktan korkan zümre betonların kavgasında kişiliksizleşme zevki yaşıyor adeta. Aslına dokunamayan insanlığa dair pozitif olabilir mi? Dijital çağ, sıcak teması söktü insanın içinden. Duvar arkası fısıltıların dünyası daha da barbarlaştıracak iç dünyaları.

Erdemli oluşun insana ne katıp, katmadığı üzerine durulmuyor. Ahlaki değerler (gelenek, örf, adet ) modunda kabul görünce de, insani duruşun içi boşalıyor. İnsanın özünden aldığı verili yapıyı, iç dünyasına borçlanmadığı takdirde muhafaza eder. Eğer orada iflas başladıysa denge mümkün değildir.

Mal, mülk,- şan şöhret- acizlik ve hizmetkârlık modern dünyanın müzik kutusudur. En tenha köşede insan kendini kısa bir melodi ile kandırır.

“Vazifemiz kendi kendine yeterli tam bir insan haline gelmek mi; yoksa bir bütünün parçası, bir organizmanın organı olmak mı” der Fransız sosyolog Emile Durkheim. En iştahla üretilen projenin aslında daha önceden test edilip önüne getirildiğini anlayamıyor hiç kimse. Körleşme esir aldı çünkü kalpleri ve zihinleri. O ‘tam bir insan haline’ gelmek için şarj edilmiş hayatları yaşamamak gerek. Bu mümkün mü? Konfor rezilliği buna izin verir mi sanıyorsunuz. İnsanın en tepesinde medya var sürekli özenti borusunu çalan. Çalış, kazan ve harca zihniyeti varken, düşün, üret, yenilen zahmetine niye girilsin. İnsanlık nefes kesen bir köleliğe doğru gidiliyor. Kendine köle oluş, egosantrik zihin sırtta bir kamburdur oysa.

Herhangi bir yerde seçimi kazanmış siyasiye ya da sınav sonucunu bekleyenlere sonuç söylenmeyip, size birkaç yeni kostüm dikebiliriz ölçülerinizi bırakın denilmesi kadar absürt bir modern dünya anlayışını yaşıyor insanlık. Netice için çırpınırken, yeni elbise ise diye avutulma! Tam da böyle bir hayat damgası vurulu insanlık defterine. Kostümler, kravatlar, pudralar, emir odaklı mevkiler sizin olsun; ben neticeyi, erdemli insan oluşu istiyorum diyen kaç kişi çıkar sahi bu dünyada. Mezara dahi yatırım yapan, bekletilen manzaralı kabirlerin olması insanlığın geldiği yeri göstermeye kâfi değil mi? Unutmayalım bizi tıkayan modern sistem arz talep ilişkisi üzerine kurulu…

Menfaati besleyen kin, öfke, hırs üçgenini merkezine alan insan, zevk yumağının bir parçası. Görmek, bakmak, anlamak zincirine eklenemeyenler, insanı insan yapan üç silahtan ‘neden, niçin, nasıldan’ yoksun bırakılır. İşte burada başlar ezber yaşam. Birileri milli, dini değerler üzerinden felsefe, edebiyat yapar, diğerleri heyecana gelir alkış tutar. Arka perdede ne olup bittiğini bilmeden O elleri birbirine çarpar.

-Bir iç ses sormalı, ahlak haykırıldığı halde neden ahlaksızlık zirvede diye?

Evet mikrofondaki ses; sürekli güvenilir, doğru, çalışkan ol der! Lakin tüm toplumların yapılarını incelediğimizde, suç oranlarının sürekli arttığını görürüz. Bebek ölümleri, kadın cinayetleri, alkol, mafyalar, zinalar toplumda bir iç kanamadır.

Ahlak hazırlığı yapılıyor ahlaklı olunmuyor!

İyilik ezberi, vahim bir duygu! Ahlakın oluşun manevi bünyesine, o ulvi doyuma yaşamaya izin verilmiyor. Kirlenme çoğaldıkça sistemdeki kazanç artacak çünkü. Hep bir şeylerin ucundan tutuyorsun, üretmeden. Tıpkı robotlar gibi yeni insanlık. Emre itaat için programlanmış akıllı akıllılar yani.

Yaşam için şart olan sevginin eksikliğini kendi kalplerinde dahi sorgulayamıyorlar. Monotonca gülümsüyorlar, dost oluyorlar, usul bu deyip, seviyorlar, âşık oluyorlar. Yürekler birbirini hissedemiyor, samimiyet teması yani içtenlik yok. Dürüstlük yok. İhtiyaç da hissedilmiyor duygularda güzelleşmeye. Bir başkasının canı yandıkça mutlu olunuyor bu mübalağa değil bir gerçek. Çok az kişi üç silahı doğrultuyor kendine… Kalp huzurunun tadını bilemeyenler, emir odaklı bir yaşamamın kölesi olmaya mahkûm.

Geçmişte de, bugünde dünyayı rekabet yönetiyor. Bu yönetim stili değerlerin içselliğini yok ederek var oldu, olmakta. Rekabet piyasasının iskeleti insanlık dışı bir yapılanmadan ibaret. Rekabetin insanı sürüklediği yer, ruhsuzluk mezarlığı. Derisini dahi hissetmeyenlerin duyguların keskin virajlarında boy göstermesi tek kelime ile rezillik. Alçalışına razı gelenlerin, onur mücadelesi verişi ana okula giden çocukların boyama kitapları gibi. Ya da helezon. İyiliğin etrafındaki saygı, adalet, güven ve vefa gibi temel unsurlar kilitlendiğinde o iyiliğin ayrımcılığına maruz kalırsınız.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Ahmet Hamdi Tanpınar: “Bazen kendimi iki ayrı insan sanıyorum. Hatta birbirine vaziyet almış iki ayrı insan. Birinin yaptığını öbürü bozuyor gibi geliyor bana.” Kalbinize emanetsiniz…