TRT Belgesel kanalında “Su Savaşları” belgeselini seyrediyordum. Hikâye, meraklıların çokça bildiği bir hikâye. Afrika’nın kara derili, kara talihli binlerce köyünden bir köy. Su yok. Elektrik yok. Tarım yok. Kıt kanat geçinmeye çalışan aileler ve cıvıl cıvıl çocuklar. İnci bakışlı kara derili kız ve erkek çocuklar. Hayat dolu ve coşkulu çocuklar.

Bir kuyudan insan gücüyle kullanılan tulumba ile çıkarılan su kimin hangi derdine derman olur? Çocukluğunda köy ve mahalle çeşmesinde su taşıyanlarınız varsa hatırlasın o meşakkatli günleri. Doksanlı yılların başında İstanbul’da genç ve çocuk olanlar da tankerlerden bidonlarla taşıdıkları suları hatırlasın. Ne kıymetli şeydir su? Hayatın dört temel elementinden biri olan su! Hava, ateş ve toprak. Biri olmayınca diğerleri anlamını yitirir.

Belgesel bir su hikâyesi, bir kuyu açma macerası, bir hayır çabası deyip geçmeyin. Olayın ve coğrafyanın, varoluşun ve tarihin, insanın ve ten renginin, yoksulluğun ve yoksunluğun, inancın ve merhametin kanatlarında bulutlara yükselin ve zamanda yolculuk yapın. Mahkûm edilen ve terk edilen bu insanların kaderi olarak teslim olmayın.

 Kıtanın hikâyesini bir zamanların dizisi Kunta Kinte ile hatırlayalım. Afrika'nın Gambiya'sında Jufureh kasabasındaki bir köyde dünyaya gelen ve Amerikalı köle tüccarları tarafından zincire vurularak Amerika kıtasına zorla götürülen, Virginia'da köle olarak satılan yüzbinlerce insandan biri olan Kunte Kinte! Sonra yakın tarihte Amerika Başkanı Barak Obama’yı hatırlayın. Aradaki büyük tarihin hikâyesinin masallarda az rastlanan türden bir tarih olduğunun farkına varın.

Kara vicdanlı bir dünyanın, vicdanları zifiri karanlık beyaz tenli vahşiler, siyah tenli mazlumların haklarını gasp ederek, insanlıklarını yok sayarak onları karanlığa mahkûm ettiği kıtada yaşasaydınız nasıl bir hayal kurardınız? Kurduğunuz hayal rüyanıza yağmur olarak yağar mıydı? Ektiğiniz toprakta yeşerir miydi buğday? Pişer miydi her gün teninizi yakan güneş altında yaktığınız ateşte? Ve mutluluk kaynağı hava bir gün ciğerlerinizi şişirir miydi? Mutluluk tebessümü gönlünüzden zalim insanların kalbine bir merhamet muştusu olur ve insanlığın kuruyan vicdanı nemlenir miydi?

**

Kara tenli dünyanın kısa hikâyesi Kunte Kintelerin torunları hayvanlara reva görülmeyen bir hayatı yaşamaya mahkûm edildiler. On sekizinci asra kadar yaşadıkları hayatı anlatan kitaplar, filmler ve dizilerin her biri ibretlik bir hikâyedir. 18. yüz yılda Amerika'da kendi çabalarıyla okuma-yazma öğrenen kölelerin parmakları koparılarak cezalandırılırdı. 1820'de Kübalı siyah tenli şair Juan Francisco Monzano’nun [1797-1854] on bir yaşında şiir ve kölelerin otobiyografisini yazdığı öğrenilince ağır işkencelerle cezalandırılmış; çarmıha gerilerek kan kaybından bayılana kadar dövülmüştür. Bu tarihlerde sanattan siyasete; şiirden edebiyata bir çok alanda siyahlar ve melezler ortaya çıktı ve insanlıklarını beyaz tenli kara ruhlu insanlara haykırmaya başladı. 1960’lı yıllara kadar insanlığın yüz karası yöntemler kullanılarak kara tenli insanların bir çok alanda gelişimini engelleyen Amerikan ırkçılığı hâlâ o insanlara karşı iki yüzlü tavrını sürdürmektedir.

Baskı ve işkencelere rağmen tarihin bir yerinde kara tenli insanlar kökenlerinin, inançlarının farkına vardılar. Atalarının ibadet biçimlerini hatırladılar. Ağıtlar söylediler, doğaçlama halk şarkıları ile dans ettiler ve müzik alanında çığır açtılar. Zamanla kara derili yüreklerin gümrah sesi güçlenerek beyazları ve dünyanın diğer beyaz tenlilerinin dünyasını etkisi altına aldı. Bu büyük kültür mirasının müzik eserleri Caz ve Soul Batı dünyasının da sınırlarını aşarak evrensel üne kavuştu.

**

Kıta Avrupa’sı adamının Afrikalılara uyguladığı zulüm başka bir görünüm arz eder. Afrika’yı adım adım işgal ederek köleleştiren ve tüm yer altı ve yer üstü zenginliklerini Avrupa’ya taşıyarak zenginleşen beyaz tenliler; dinlerini, dillerini ve kültürlerini zorla öğreterek onları dönüştürdüler. Bu hikâyeyi de kara derili bir Fransız olan Frantz Fanon’un insanın kendi gerçekliğine eğitim ve kültür aracılığıyla nasıl ötekileşeceğini, yabancılaşabileceğini, başkalarına büyük bir tutku ve özenti ile nasıl yöneleceğini ve taklit edeceğini "Siyah Deri, Beyaz Maskeler" isimli kitabında “siyah derilerin üzerine takılan beyaz adam maskesi” ile anlattı. 27 yaşında bu metaforla vahameti anlatan Fanon, Cezayir direnişine katılarak yeni bir uyanışın fitilini ateşledi. Hıristiyan olarak yetiştirilen Fanon, 6 Aralık 1961’de asıl kimliğine iltica etmiş, İbrahim Fanon olarak vefat etmiştir. Adı geçen kitabını okuduktan sonra 'Yeryüzünün Lanetlileri'ndeki "Avrupa için, kendimiz için ve insanlık için, arkadaşlar, yeni bir başlangıç yapmalı, yeni bir düşünce tarzı geliştirmeli ve yeni bir insan yetiştirmeye çalışmalıyız" tespitine yoğunlaşmak gerek ve 'Yabancılaşma ve Özgürlük Üzerine Yazılar' kitabı da mutlaka okunmalı.

**

Ve yeniden belgeselden bir hikâye. Anlatılan köyde su ve elektrik yok. Su çıkarmak için uğraşan iki arkadaş onların fiziki karanlıklarını aydınlatacak ve gece ders çalışmalarını sağlayacak bir yöntem bulmaya çalışırlar. Kıtanın yakıcı güneşini depolama ve gece kullanma fikrine kendileri ikna olduktan sonra bir arkadaşlarını ararlar ve teknik bilgi edinirler.

Sipariş edilen güneş enerjisi panelleri gelir ve devreye alınır. Elektrik ve su hayatlarını yeniden anlamlandırırken yakıcı sahne bağdaş kurmuş çocukların tahtalara yazılmış ayetleri öğrenme ve hep birlikte okuma görüntüsünün ekrana yansımasıydı. İlk ne zaman taşa, toprağa ve tahtaya yazı yazıldı? Düşünmeye değmez mi?

Onlarla aynı dünyada yaşarken hangimiz insanlığımızdan utanmalı?