Yazmak benim kanaatimce bir tercih değil kâri. Çoğu zaman bir mecburiyet. İnsan kendini anlatmak için türlü yollar arıyor, buluyor da çoğu defa lakin anlatmak ile anlaşılmak aynı şey değil. Derdi olan, sinesinde bir dert taşıyanlar anlaşılamayacaklarına inandıklarında yazmak denen hali seçiyorlar. Bilmiyorum ama belki de bunun için yazmak bana konuşmaktan daha latif bir hal gibi geliyor.

Yazmaya başladığım ilk andan beri okuyan her kim olacaksa –ki bir kişi bile olsa- onunla samimi bir sohbet etmek istedim ben. Yazarak bir muhabbet halkası kurmayı, sanki yüz yüze bir kıraathanede çaylarımızı yudumlarken dertleşir gibi anlatmayı diledim. Bu gayretle aldım elime kalemi. Hoş, ne kadar elime kalem aldım desem de şimdilerde ben de dahil yazı yazanların hiçbiri kalemle yazmıyor yazacaklarını. Ama bu da bir yöntem.

Bazı vakitler bu yazmak meselesi canımı acıtmadı da değil. Hatta şöyle söyledim:

“Belki de bu yüzden bir sırrı fısıldar gibi yazdım hep. Araya manasız ve itici bir resmiyetle yamanmış cümleler eklemeden ve çok da saklamadan kendimi sana sırrımı verdim. Sohbet edelim, gerçekten konuşalım istedim, tam da onun için yazdım. Ve inan çok sevdim. İlk defa “kâri” diye bir isim bulup sana yazdığım vakit gerçekten isminin bu olduğuna ve gerçekten var olduğuna inanarak sevdim. Ve gurbetten sılaya mektup yazar gibi yazdım sana. Sonra onlar eline ulaşsın diye çabaladım. Hem de çok çabaladım.

Sonra pişman oldum biraz da. Zira ben dertleniyor, acı çekiyor, dertleşiyordum. Onlar kâğıda basıyor, kapak yapıyor, ismine “kitap” diyorlardı. Derdimin adı, sırrımın adı “kitap” olmuştu ve parayla satılıyordu. Ya buna katlanacaktım ya da yazdıklarımın sana ulaşmamasını tercih edecektim.”

Yazdığım ilk günden beri okuyana muhabbetle, bir dost gibi hatta kardeş ve sırdaş gibi bir isim bulmaya ve öyle yazmaya çalıştım. “Kâri” dedim. Lakin bunu sevenler beğenenler kadar, sevmeyen beğenmeyen hatta anlamayanlar ya da yanlış anlayanlar bile oldu. “Bir kerede kâri demeden yaz, öyle olmazsa yazamıyor musun” falan gibi mesajlar bile aldım. Ama ben yine de yazdım. Zira seviyorum bunu. Bir dostla konuşur gibi konuşmak için evvela isme ihtiyaç vardır ya ben de o misal bir isim buldum işte. Gerçi benden önce de söylenmişti ve ben de devam ettirdim sadece. Bir de kanaatimce ismi olan şey vardır. Onun için yani.

Bir defasında hiç unutmuyorum bir sohbet için Anadolu’da bir şehre gideceğimi ilan etmek için “Bütün kârileri beklerim” gibi bir cümle paylaşmıştım. Altına bir ablamız masumane şöyle bir yorum yapmıştı: “Sizin gibi beyefendi bir yazara bunu hiç yakıştıramadım. İnsan en azından hanımefendileri bekliyorum der.”

Peki ne demek bu kâri. Efendim kâri Arap kökenli bir kelime. Okuyucu demek. Kökeni kara’a. Kıraat de bu kelimeden geliyor ve okumak manasında. Hatta “Kur’an” da bu kelimeyle akraba. Kıraathane de öyle. Daha eski kaynaklara bakınca Aramice’de de benzer manada ve söyleyişte bir kelime var. Belki de Arapça’ya da oradan gelmiştir.

Ezcümle okuyucu demek yerine kâri demeyi tercih ediyorum ben. Zira okuyucu soğuk, sessiz, ruhsuz ama kâri daha içli geliyor bana.