Sadece bir lamba patlamış. Film karelerini aratmayan panik görüntülerini izliyorum. Alışkın değiller. Filistin’de yaşamadılar. Suriye’de, Bağdat’ta yaşamadılar. Her şeyi televizyonlarından aksiyon filmi gibi izlediler. O patlayan bombaların, yanan şehirlerin altında kendileri gibi anneler, babalar, çocuklar olduğunu bilseler de hissedemediler. Sanal yaşamaya alışmışlardı. Batılı insan bu farkı yeni anlıyor. Ve onların kaybedecek çok şeyi var. Kaybedecek şeyiniz ne kadar çoksa o kadar korkarsınız. Bunu yazarken, bunlara müstahak gibi bir fikre asla sahip değilim. En azından devletlerle insanları ayırt edecek kadar hayatı okumayı biliyorum.

Bugüne kadar Batı denilen kavramın içine ne bulduysak attık. Ben Batı’yı biraz “mafya” gibi görürüm. Sizi koruyacağız bahanesiyle güçsüzlerden haraç alırlar. NATO, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası’nın çalışma tarzlarının özeti bu değil midir? Burada bazı aileler büyük babayı (Anglosaksonlar) temsil eder. Güvenlik Konseyi (adı üzerinde) dizilerdeki yeraltının etkili isimlerinden oluşturulmuş konseyden farklı mıdır? Ya da Dünya Bankası’nın, tefecilerden farkı nedir? Mafya kendini iş olarak nelerle tanımlıyor? Silah, kaçakçılık, uyuşturucu vs… Bunlar ne yapıyor? Tek fark, katilin takım elbiseli ve resmi izinle öldürmesi mi? Form farklılığı dışında fark görebiliyor musunuz? Kavramları çok teknik düşünmüyorum.

Bu durum “Yeni Dünya Düzeni” gibi birçok kavramı tartışmayı anlamsız kılıyor. Bence bu durum sürdürülebilirliğini de hızla yitirmektedir. Batılı insan Doğulu insan gibi dayanıklı değildir. Siyasete ve hayata kendi rahatları kaçmadıkça müdahil olmazlar. Şu ana kadar ekonomik krizlerin küçük travmalarıyla sarsılıyor, işsizliği ve göçü sorguluyorlardı. Bunun üzerine terörle yüzleştiler. Yani fena halde rahatları kaçtı. Olan (ya da oluşacak) tepkiyi algı yönetimindekiler “İslamofobia” ya da ırkçılığa kanalize etmeye çalışıyor. Gerçek suçluyu nereye kadar perdeleyecekler bilmiyorum. Bu yazıyı yazarken Toronto’da bir caminin kundaklandığı haberini geçiyor ajanslar.

Batı’nın değil ama Batılının uyanması gerekiyor. Bu nasıl olacak bilmiyorum. Ama dünya yakın bir gelecekte “aydınlanmacılık” denen, insanlığa büyük devrim gibi sunulan kavramların sadece “çıplak krallara” elbise giydirmekten başka bir şey olmadığını anlayacak. Dünyanın bugün yaşadıklarını “kriz” kavramıyla anlatamayız. Yaşanılanın adı ancak “kaos” ile açıklanabilir. “Kaos” yönetilemez. 11 Eylül, ya da Paris’te yaşanılanlar bunun ispatıdır. Dünya yeni bir sisteme gebedir. İnsanlığın gelişmişlik ölçüsünün üretim ya da tüketim ilişkisi içinde değerlendirmenin yanlış olduğunu öğreniyoruz. Bu, Batı medeniyetinin sonudur. Madde ve mekanı merkeze koyup insanı öteleyen hiçbir sistem varlığını sürdüremez. Dünya yeni medeniyetini, denenmemişi arıyor. Biz görmesek de önümüzdeki tarih buna şahit olacak.

Belki de Nurettin Topçu’yu başbakan başdanışmanlığına getirmemiz gerekebilir. Kendisi bu dünyadan göçse de sesi, sözü, fikirleri duruyor.