Sünnet’e Uyma Konusunda

Rasûlullah’tan (s.a.v.) Uyarı ve Mükâfat Haberleri

 

Kur’an-ı Kerîm’in ona verdiği bu kadar ehemmiyetten sonra şüphesiz ki, O’nun sözlerine ve sünnetine değer vermemiz gerektiğini her akıl sahibi mü’min anlayacaktır. Dîni yaşama konusundaki uygulamaları, bizleri kesinlikle bağlayıcı olacak, gösterdiği şekilde ibadet edeceğiz, gösterdiği şekilde uygulamalar yapacağız ve kaçındığı şekilde günah ve yasaklardan kaçınacağız. Zaten O’nsuz ne İslâm’ı öğrenebiliriz ve ne de ibadet yapabiliriz. Çünkü namazı O’nun gösterdiği şekilde kılıyoruz. Haccı O’nun öğrettiği şekilde uyguluyoruz. Bunun örnekleri pek çoktur. Bunlardan da ötesi Allah’ı (c.c.) da en iyi şekilde O’ndan öğreniyoruz. Rabbimiz ise O olmadan îmanın da olmayacağını haber veriyor. Bir de O’nun bizlere düşkünlüğü vardır ki Rabbimizin şöyle buyurduğunu görürüz:

 “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (9 Tevbe 128)

Bu konuda kendileri şöyle buyurur:

Ebû Hureyre (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

“Benim hâlim şu misâldeki zâtın durumuna benzer. Ateşi yakmış ve ateş etrafı aydınlattığı zaman, irili ufaklı hayvanlar ateşin içine düşmeye başlamışlardır. O zât, bu hayvanların ateşe düşmesine mâni olmaya çalışıyorsa da, hayvanlar baskın gelip sür’atle ateşe düşerler. İşte benimle sizin durumunuz da böyledir. Ben sizi ateşten korumak için eteğinizden tutuyorum, “Ateşten uzak durun! Ateşten uzak durun!” diyorum. Sizler ise bana baskın gelip, düşünmeden ateşe atılıyorsunuz.”(Müslim, fezâil 18)

Bir başka hadis ise İrbâd b. Sâriye (r.a.)’den gelir:

Rasûlullah (s.a.v.) bir gün sabah namazından sonra bize öyle beliğ ve tesirli bir nasihatte bulundu ki, kalpler titredi, gözler yaşardı. Bunun üzerine bir zât, “Bu sözler veda eden kimsenin nasihatleridir. O halde, yâ Rasûlullah bize en önemli husus olarak neyi tavsiye edersiniz?” dedi.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) de şöyle buyurdu:

“Size, Allah’tan korkmanızı ve idareciniz Habeşli bir köle dahi olsa itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü içinizden yaşayanlar birçok ihtilâfla karşılaşacaktır. Dînin esaslarına aykırı bid’atlardan sakınınız. Çünkü onlar sapıklıktır. İçinizden her kim bu hâdiselere yetişirse, benim Sünnetime ve doğru yol üzerinde olan halifelerin –Hulefâ-i Râşidî’nin- yoluna sımsıkı sarılsın. Bu hususta dişlerinizi sıkınız.” (Tirmizi, ilim 16; Dârimî, sünnet 5; İbn Mâce, mukaddime 42)

Bir başka uyarı da şöyledir:

Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Size yasaklamış olduğum şeylerden sakınınız. Emrettiğim şeyleri de gücünüz yettiği kadar yerine getirmeye çalışınız. Çünkü sizden önceki milletleri lüzumsuz yere çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı çıkmalarından başka bir şey helâk etmemiştir.”(Müslim, hacc 412; İbn Mâce, mukaddime 1; Nesaî, menâsik 1)

Her biri çok önemli olan bu hadis-i şerîfler üzerinde çokça düşünmemiz gerekir. İşte yine bir uyarı:

Ebû Hureyre (r.a.)’in rivâyet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Yahûdiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennemde, biri Cennettedir. O da Kur’an ve Sünnet etrafında toplanan cemaattir.”(Ebû Davud, sünnet 1; İbn Mâce, fiten 17; Tirmizî, iman 18)

Hz. Ömer (r.a.)’in şu tavrı ise çok önemlidir:

Zeyd b. Eslem (r.a.) şöyle rivâyet etmiştir:

Hz. Ömer (r.a.) Hacer-i Esved’i öptükten sonra şöyle diyordu:

“Hiç şüphesiz, ben senin bir taş parçası olduğunu biliyorum. Ne faydan dokunur, ne de zararın. Eğer Rasûlullah (s.a.v.)’in seni öptüğünü görmemiş olsaydım, ben de öpmezdim.”(Müslim, hacc 251; Buharî, hacc 57)

Şu hadis-i şerîflerde ise sünnete sarılanlar için, övgüyle birlikte mükâfat da zikredilir:

Amr b. Avf (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kim benden sonra terk edilmiş bir Sünnet’i yaşatırsa, onunla amel eden insanların sevaplarından hiçbir şey eksiltmeksizin, onların sevaplarından bir mislini alır. Kim de Allah ve Rasûlü’nün kabul etmediği, hoşlanmadığı bir bid’at çıkarırsa, aynı şekilde onunla amel eden insanların günahlarından hiçbir şey eksiltmeksizin bir mislini yüklenmiş olur.”(İbn Mâce, mukaddime 15; Tirmizî, ilim 16)

Hz. Enes (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

“Evlâdım, kalbinde hiç kimseye karşı kötülük yapmak düşüncesi olmadan yaşamaya gücün yeterse, yap.”

Sonra bana, “Evlâdım, bu benim Sünnetimdendir. Kim Sünnetimi yaşatırsa, beni sevmiş olur. Ve beni seven kimse de, Cennette benimle beraberdir” buyurdu.(Tirmizî, edeb 63)

Peygamberimizin, Sünnet’i Hafife Alanları Bildirmeleri

Meşhur bir hadis-i şerîfte şöyle buyrulur:

 “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.” (Buharî, nikâh 1; Müslim, nikâh 5)

İşte peygamberimizin mûcizelerinden bir tanesi. Bu hadis-i şerîfe göre, zamanla O’nun sünnetinden yüz çevirenlerin çıkacağı çok açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu açıklık ve netlik aynı zamanda, onlara büyük bir tehdidin varlığını da gösterir.

Bu hafife alma ve tehdit şu uzun bir hadiste daha da belirgin olmaktadır:

 “Haberiniz olsun ki; Bana kitap ve beraberinde O’nun benzeri (sünnet) verilmiştir. Dikkat edin! Kişinin rahatça koltuğuna oturup; “Size şu Kur’an gereklidir, O’nda helâl olarak neyi bulmuşsanız, onu helâl sayın ve neyi de haram olarak bulmuşsanız, onu da haram kabul edin,” diyeceği zaman yakındır.” (Ebû Davûd, sünnet 5)

Tirmizî’de ise şöyledir:

“Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin:

“Bizimle aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse, onları helâl biliriz. Nelere de haram demişse, onları haram sayarız,” diyeceği zaman yakındır. Bilin ki; Allah’ın Rasûlü’nün haram kıldıkları da, tıpkı Allah’ın haram ettikleri gibidir.” (Tirmizî, ilim 10)

“Hadis, Rasûlullah (a.s.)’ın da aynen Kur’an-ı Kerîm gibi, “haram” veya “helâl” hükmünü koyma yetkisi olduğunu beyân etmektedir. Mucizevî şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.), her devirde, bir kısım “müreffeh cahiller”in oturduğu yerden; “Kur’an’dan başka şey tanımayız” diye ahkâm keseceklerini haber vermektedir. Sözünü evirip-çevirip neticede bu manâyı ifade eden bedbahtlar, günümüzde bile mevcuttur. Âlimler hadiste gelen “erîke” yani koltuk kelimesiyle, bu sözü söyleyecek kimselerin tasvir edilmek istendiğini, bunların iyi döşeli, müzeyyen evlere kapanmış, ilim çilesi çekmemiş, rahatına düşkün, cahil kimseler olacağına dikkat çekildiğini belirtirler.” (Canan, İbrahim, a.g.e., 2/56)

Bir benzeri daha:

Ebû Râfi’ (r.a.), Peygambermiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

“Hiçbirinizi, koltuğuna gururla yayılmış olarak, emrettiğim ve yasakladığım şeylerden birisi kendisine söylendiğinde, “Biz onu bilmeyiz, biz yalnız Allah’ın Kitabı’nda bulunana tâbî oluruz” derken görmeyeyim.” (Ebû Davud, sünnet: 5; Tirmizî, ilim 10; İbn Mâce, mukaddime 2)

Ebû Hureyre (r.a.)’ın riv­âyet ettiği bir hadis-i şerîfte yine Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar:

 “Ümmetimden, yüz çevirenler müstesnâ, hepsi Cennete girer.”

“Ey Allah’ın Rasûlü, yüz çevirenler kimlerdir?” dediler.

Peygamberimiz (s.a.v.); “Bana itaat edenler Cennete girer, karşı gelenler de yüz çevirmiş olurlar,” buyurdu. (Buharî, i’tisâm 3)

Gerçekten de çileler çekerek İslâm’ın temel eserlerini okumadan ya da kavramadan bugün; rahatlık, maddî bolluk ve şöhret içerisinde, nefis ve şeytanın da arzularına uyarak sözler sarfedildiğini görüyoruz. Bol bol ahkâmların kesildiğine şahit oluyoruz. Ne kadar acı değil mi?

Sünnetin kitapla birlikte zikredildiği hadisler çoktur. Biz birisini daha zikrederek yetinelim:

 “Size iki şey bırakıyorum: Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız; Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünneti.” (Muvatta, kader 3)

İşte Kur’an, işte Sünnet… Allah’ın değişmemiş ve değişmeyecek olan İlâhî Kitâb’ı ve O’nun gerçek temsilcisi ve tefsiri olan Sünnet… Birini bırakıp diğerine yapışmak mümkün değil ki! Zira Kur’an’ı, Sünneti yaşamadan yani onun rehberliğini kabul etmeden anlamak mümkün değildir.

SONUÇ

Müsteşrik Goldziher ve benzerlerinin bunlar ve bunlara benzer ortaya atmış oldukları iddialar, daha önceki asırlarda da gündeme getirilmişti. O günün seçkin âlimleri bütün bunlara gerekli cevabı vermişlerdi. Bunu daha önce de dile getirmiştik. İşte bunlardan birisi de İmam-ı Şâfiî Hazretleri (r.al.)’in “El-Ümm” kitabında verdiği cevaplardır. Sözlerinin sonunda İmam-ı Şâfiî (r.al.) şöyle der:

“İster toplum, ister kendisi tarafından bilgin olduğu söylenen hiçbir kimsenin, Rasûlullah (s.a.v.)’in buyruklarına uymanın ve kendisinden sonra gelecek olanlara ancak O’na bağlanmanın Allah tarafından farz kılındığına muhalefet ettiğini duymadım. Allah Teâlâ bize ve bizden sonrakilere Rasûlullah (s.a.v.) ile ilgili haberlerin kabul edilmesini farz kılmıştır.” (Zeydan,  Abdülkerim, a.g.e., s. 139)

İbn Hazm (r.al.) ise Sünnet’e saldıranlara şöyle cevap verir:

“Hangimiz Kur’an’da Öğle Namazının farzı dört, Akşamın üç rekâttan meydana geldiğini, Rükû ve Sücûdun bu biçimde ve özellikte olduğunu, Kıraat ve Selâmın da şöyle olduğunu gördü?

Ayrıca Oruçta kaçınılması gereken şeylerin açıklanması, gümüş ve altından alınacak Zekâtın mâhiyeti, hangi mallardan Zekât alınacağı, Haccın Arafat’taki vakfeden itibaren gerektirdiği davranışları nereden bilecektik? Bu durumda herhangi biri eğer:

“Biz ancak Kur’an’da olanlarla amel ederiz” derse, durum bütün anlamıyla onun kâfirliğiyle sonuçlanır.” (Zeydan, a.g.e., s. 153)

Bütün bunlardan sonra:

Kur’an-ı Kerîm’i hâşâ bir cep defteri gibi taşımak suretiyle, O’nun en güzel tatbiki olan Kâinatın Efendisi (s.a.v.)’in Sünnetini de tanımadığını söyleyen ve dilediği gibi âyetleri yorumlayan insanlarımıza acaba ne demelidir? Bu saygısızlık içerisinde hareket edenlerden ne beklenebilir?

Sünnet’in yeni bir hüküm getiremeyeceği iddiasında olanlar ise, daha insafla düşündükleri zaman, Efendimiz (s.a.v.)’in şâri’ olduğuna kesinlikle kanaat getireceklerdir.

Belki haklı olarak, hadis rivâyetlerindeki ulu orta nakilleri tenkide başlayarak bunu haksız ve ileri noktalara götürenlere gelince, ümid edilir ki; eğer araştıracak olurlarsa bu ilmin, ne denli fedakârlıklardan sonra bu hale geldiğini anlayacaklardır. Yine bileceklerdir ki, hadisler olmadan Kur’an’ı anlamak mümkün değildir. Dikkatli ve temkinli olarak hadis ilmiyle meşgul olup, Allah’ın dînine hizmet etmenin de en güzel vazife olduğunu kavrayacakları arzu edilir.

Rabbimiz cümlemizi sırat-ı müstakim üzere yaşamayı nasib eylesin ve ondan ayırmasın!