Kıymetli Dostlar;

Milli Mücadelenin temellerinin atıldığı dönemi Milli Mücadelenin temelini oluşturan görüş ve düşünceleri, o dönem canını ortaya koyan büyük kahramanları konuşmaya bu hafta da devam edeceğiz.

19 Mayıs Kurtuluş İçin Bir Yöntem Değişikliğidir!

Mustafa Kemal Paşa "Dokuzuncu Ordu Kıtaları Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri Mirliva Mustafa Kemal Paşa" unvanı ile sivil ve askeri tüm makamlara emir verebilecek bir yetki ile 19 Mayıs 1919 saat 08.00'de Samsun'a ulaşmıştır. İşte bu sebeple bu tarih Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki dönüm noktalarından biridir. Bir başka deyişle 19 Mayıs 1919 Osmanlı Devleti için son hareket, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ise önemli bir başlangıçtır.

Ama bu başlangıç bitmiş bir mücadelenin tekrar başlaması gibi bir durum değildir. Bu başlangıç mücadelenin yöntem değiştirerek devam etmesi noktasında bir başlangıçtır. Bu yöntem değişikliği de sadece Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması ile değil, onun öncesinde Milli Mücadele’nin İstanbul’dan değil Anadolu’dan başlaması gerektiği fikrinin kabul görmesi ile Anadolu’da faaliyet gösteren Cemiyetler ve paşaların uygun zemini hazırlama çabaları ile başlamıştır.

Bu çabalar için son hareket Mustafa Kemal Paşa ve gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu dışında 18 kişinin Samsuna çıkması olmuştu. Her biri farklı görüşlere sahip ancak vatanı işgalden kurtarmak gibi mukaddes bir amaç için odaklanmış bu kişilerin adları şöyleydi:  III. Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet Bey (General Bele), Müfettişlik Kurmay Başkanı Kurmay Albay Manastırlı Kâzım Bey (General DIRIK), Müfettişlik Sağlık Bakanı Doktor Albay İbrahim Talî Bey (ÖNGÖREN), Kurmay Başkan Yardımcısı Kurbay Yarbay Mehmet Ârif Bey(AYICI), Karargâh Erkân-ı Harbiyesi İstihbarat ve Siyâsiyât Şubesi Müdürü Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey(GEREDE), Müfettişlik Topçu Komutanı Topçu Binbaşı Refik Bey(SAYDAM), Müfettişlik Başyaveri Yüzbaşı Cevad Abbas(GÜRER), Kurmay Mülhakı Yüzbaşı Mümtaz (TÜNAY),Kurmay Mülhakı Yüzbaşı İsmail Hakkı (EDE), Müfettişlik Emir Subayı Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV), Karargâh Komutanı Yüzbaşı Mustafa Vasfi (SÜSOY), Kurmay Başkanı Emir Subayı ve Müfettişlik Kâlem Âmiri Üsteğmen Arif Hikmet (GERÇEKÇI), İaşe Subayı Üsteğmen Abdullah(KUNT), Müfettişlik İkinci Yaveri Teğmen Muzaffer (KILIÇ), Şifre Kâtibi, Birinci Sınıf Kâtip Fâik (AYBARS), Şifre Kâtibi Yardımcısı, Dördüncü Sınıf Kâtip Memduh (ATASEV).

Milli Mücadele’nin Özü Çanakkale’dir!

Şu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım ki Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girdiği günden Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Samsun’a çıkmasına kadar da yurdun dört bir tarafında işgallere karşı büyük bir mücadele verilmişti ve Çanakkale Harbi ile aslında bu mücadelenin tam bağımsızlığa kadar devam edeceği tüm dünyaya duyurulmuştu. Bu bağlamda Çanakkale Muharebeleri de bir nevi Milli Mücadele’nin özünü ifade etmesi bakımından oldukça önemlidir.

Mustafa Kemal Paşa Çanakkale Muharebelerinden sonra cephe’de Bombasırtında yaşadıklarını Ruşen Eşref’e verdiği bir röportajdaşöyle anlatıyor:

- “ Mütekabil siperler arasında mesafeniz sekiz metre yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim cennete girmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur”

İşte Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu ruh aslında Milli Mücadeleyi kazandıran ruhtu! Çanakkale’de bayrak inmesin ezan susmasın diye ellerinde Kuran-ı Kerim ile cennete girmeye hazırlanan kahraman Mehmetçikler aynı ruhla verdikleri Milli Mücadele sonucunda bu cennet vatanı bizlere emanet etmişti. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın da Samsun’a çıktıktan sonra en büyük dayanağı hep bu yüksek ruh olmuştu. Tüm konuşmalarında, tüm söylemlerinde de bunu açık olarak ifade etmişti.

Mustafa Kemal Paşa Hakkında İdam Fermanı

Çanakkale’de gördüğü o yüksek ruha güvenen Mustafa Kemal Paşa Sultan Vahdettin Han’ın ifadesi ile bundan sonra yapacakları ile Memleketi kurtarmak üzere Samsuna çıkmış oradan Havza, Amasya, Erzurum, Sivas ve son olarak Ankara’ya gelerek burada arkadaşları ile birlikte Milli Meclisi açma şerefine nail olmuşlardır. Peki, hiç merak ettiniz mi Millet Meclisi açıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın bu idam fermanı hiç gündeme gelmiş mi?

Tabi gelmiş!

Geçtiğimiz haftaki yazımızda Büyük Millet Meclisi’nin açılışından 4 gün sonra İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak Paşa’nın Ankara’ya Büyük Millet Meclisine geldiğini, Mustafa kemal Paşa’nın teklifi ile tüm milletvekilleri tarafından karşılandığını ve Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yaptığı konuşmanın bir kısmını sizlerle paylaşmıştım. Şimdi bu konuşmanın kalan kısmını ve mecliste geçen konuşmalı da sizlerle paylaşmak istiyorum:

-“O sıralarda hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla ve tehditle Mustafa Kemal Paşa hakkındaki o mahut ve kötü idam fetvasını aldılar. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoruyla alınmış ve İslam sinesinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm meclisten şüphesiz sedası yükselir.)”

Konya Milletvekili Refik Bey;

Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur. Demiştir.

İstanbul’dan Sultan Vahdettin’in emriyle Ankara’ya geçen Fevzi Çakmak bu şekilde sözlerini bitirerek coşkun bir alkış tufanı altında kürsüden inmiştir.

TTK yayınlarından çıkan Ali Fuat Türkgeldi Görüp İşittiklerim adlı eserinde yine aynı konu ile alakalı Sultan Vahdettin’in Fevzi Çakmak Paşa ile son görüşmesinde kendisine “ Git sen de Ankaray git… Burada artık yapılacak bir iş kalmamıştır.” Demiş. Bunun üzerine Harbiye Nazırı Fevzi Paşa ‘6 Nisan akşamı İstanbul’dan gizlice çıkarak 27 Nisan’da Ankara’ya ulaşmıştır.

Milli Mücadele Esnasında Vahdettin Han

Sultan Vahdettin Han önce İzmir’in işgalinden sonra ardından da Sakarya Meydan Muharebesi esnasında Hilal-i Ahmer Cemiyetine (Kızılay) zor durumda kalanlara yardım etmek için para yardımında bulunmuştur.

Sonradan Mustafa Kemal Paşa’nın yanına geçen ve Sultan Vahideddin Han’ın emir subayı olan Neşet Bey, Sakarya Meydan Muharebesinin zaferle neticelenmesi üzerine Sultanın yaşlı gözlerle gökyüzüne bakıp;

“…Allah’ım sana çok şükür” dediğini anlatmaktadır. Bu hadiseyi bizlere nakleden Neşet Bey cumhuriyet sonrası Deniz Kuvvetleri Komutanlığına kadar yükselecektir.

Mondros ve Sevr’e Karşı Sultan Vahdettin’in Tepkisi

Öncelikle şunu açıkça belirtmek gerekir ki Birinci Dünya Harbi’nin ardından imzalanan ve devletin işgaline zemin hazırlayan Mondros Ateşkes Antlaşması Sadrazam Tevfik Paşa’ya, meşhur “Bahçe Telgrafı” olarak bilinen telgrafla Mustafa Kemal Paşa tarafından; “ Muhakkak bu insanı Bahriye Nazırı yapın” diye tavsiye ettiği “Rauf Orbay” tarafından imzalanmış Sultan Vahdettin en baştan itibaren bu antlaşmaya karşı çıkmış. Antlaşmanın getirdiği yükümlülüklerden kurtulmak için çeşitli çıkış yolları da aramıştır.

Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalayan Rauf Orbay ise ilerleyen zamanlarda Meclis Başkanı ve hatta Başbakanlık görevlerinde bulunmuştur.

Saltanat Şurasında Sevr antlaşmasının görüşmeleri esnasında rahatsızlanan ve meclisi terk eden Sultan Mehmed Vahdeddin Han, ilerleyen zamanlarda Mustafa Kemal Paşa’nın yanına Anadolu’ya geçen ve İstanbul’da Ankara hükümetinin casusluğunu yapan damadı İsmail Hakkı Okday, Başkâtibi Ali Fuat Bey ve Veliaht Abdülmecid Efendi’nin koluna girip sendeleye sendeleye salonu terk ederken merdivenlerde dengesini kaybeder, ve düşecek gibi olur. Hüngür hüngür ağlayarak;

“Ya Rabbi bana yardım et, ülkem bölünüyor ve ben sadece ağlıyorum başka da bir şey yapamıyorum” demiştir.

Bütün bunlar ortadayken Milli Mücadele’den sonra yaşananları tek taraflı değerlendirmek tarihe yapılacak en büyük ihanetlerden biridir. Bütün değerlendirmelerimizi yaparken bu tarihi gerçekleri de unutmadan kuruluşun hangi şartlarda gerçekleştirildiğini değerlendirmek daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.