Güney Afrika Cumhuriyeti 29 Aralık 2023’te Uluslararası Adalet Divanı’na İsrail aleyhinde soykırım davası açmak için başvurduğunda pek çoğumuz umutsuzdu. Mevcut küresel sistemin önde gelen aktörleri tarafından nerdeyse pamuklara sarılarak korunan ve şimdiye kadar hakkında yaptırım içeren hiçbir uluslararası mahkeme ve Birleşmiş Milletler kararı olmayan İsrail’in, bundan da paçayı yırtacağını düşünmüştük.

Böyle düşünmekte de haksız sayılmazdık aslında. Çünkü İsrail; 75 yıldır Filistin topraklarını illegal bir şekilde işgal altında tutuyor, 2007’den beri Gazze’ye abluka uyguluyor; Gazze, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki Filistinlilere kendi uygun gördüğü zamanlarda saldırı düzenliyor, topraklarını gasbediyor ve yerlerine Yahudi işgalcileri yerleştiriyor, Mescid-i Aksa’nın statüsünü değiştirmeye çalışıyor ama tüm bunlara rağmen İsrail’e hiçbir şey olmuyordu.

Düşünsenize bu saydıklarımın onda birini başka bir ülke yapsa başına neler gelirdi? Misal mi istiyorsunuz?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali en yakın tarihli örnektir. Rusya’ya karşı bütün Batı bloğu bir araya gelip her türlü ambargo, yaptırım, dışlama ve burada sayamayacağımız pek çok hamleyi hayata geçirmediler mi?

Öyleyse neden Rusya’nın tepesine çöken Batı veyahut uluslararası sistem İsrail’e de benzerini yapmıyordu?

Bunun cevabını muhtemelen bu yazıyı okuyan herkes biliyordur. O yüzden bu konuya girmeden biz tekrar konumuza dönelim.

Soykırım mağduru olan bir ülke, halk veya millet; gün gelir ve nasıl olur da başka bir ırka veya gruba soykırım uygulardı?

İsrail devletinin, II. Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından gerçekleştirilen Yahudi soykırımının (Holokost) yaratmış olduğu mağduriyet ortamından istifade edilerek bazı Batılı aktörler tarafından kurdurulduğu hepimizin malumudur. Bu Batılı ülkeler, Yahudilere karşı hissettikleri suçluluk psikolojisi nedeniyle kuruluşundan itibaren İsrail’e koşulsuz destek vermişlerdir.  

İsrail’in BM’ye kabulü, Arap-İsrail savaşlarında verilen destek ve Filistinlilerin topraklarını işgal ederek tedricen bu toprakları ilhak etmesine göz yumulması bu desteğin bir sonucudur aslında.

Bunun yanı sıra İsrail’in, Orta Doğu’da Batı’nın çıkarlarını korumak üzere bir ileri karakol devlet olarak kurulduğunu ileri sürenler de mevcuttur. Hatta Biden’ın “Eğer İsrail olmasaydı bizim bir İsrail yaratmamız gerekirdi” şeklindeki sözü, bu iddiayı kanıtlayan en önemli delil niteliğindedir.

Peki İsrail’e Filistin topraklarında bir yurt kurdurtanlar, günün birinde İsrail’in kendisine yapılanları unutup aynı zulmü başkalarına yapabileceğini düşünmüşler midir?

Bu konuda çok net bir şey söylemek mümkün değil ama en azından Birleşmiş Milletler’in 1947 tarihli Taksim Planı’nda hem Yahudilerin hem de Filistinlilerin kendi devletlerini kurmalarından yani “kendi kaderlerini tayin hakkından” bahsedildiğini söyleyebiliriz. 

Hatta 1948’de kurulan İsrail devletinin bağımsızlık bildirgesinde; bu topraklarda yaşayan Arap etnisitenin de kurucu aktör olarak tanımlandığını, dil ve din özgürlüğünün güvence altına alındığını hatırlatmamız gerekir.

Buna rağmen İsrail zaman içerisinde bu kurucu değerlerden o kadar uzaklaşmıştır ki, bir zamanlar eşit ortak olan Filistinli Araplar artık yok edilmesi gereken ötekiler durumuna gelmiştir.

Bir zamanların soykırım mağduru İsrail’in geçirdiği bu değişim ve dönüşüm, onu mağdur olmaktan çıkarmış bizatihi fail hâline getirmiştir.

Bölgeyi takip eden ve araştıran biri olarak yıllardır İsrail’in Filistinlilere yönelik uygulamalarının; haksız, hukuksuz ve insanlık dışı olduğunu söyler ve yazarım. Ama 7 Ekim’den beri yaşananlar olayı başka bir seviyeye getirdi.

Çünkü artık İsrail sadece Filistinlilerin haklarını gasbetmiyor, onlara hayatı zorlaştırmıyor ve topraklarını çalmak için türlü hilelere başvurmuyordu.

İsrail artık Gazze’de katliam yapıyordu. Burada yaşayan 2,3 milyon insan, özneliğini kaybediyor ve İsrail’in hastalıklı nihai hedefine (Arz-ı Mevud) ulaşmak için ortadan kaldırılması gereken “şeylere” dönüşüyordu. 

Zaten bu kafada olan İsraillilerin seçtiği başbakanları Netanyahu’nun bakanlarından olan Savunma Bakanı Yoav Gallant da “Gazze’de insansı hayvanlarla mücadele ediyoruz.” demiyor muydu?

Buna rağmen görev alanı; insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş ve soykırım suçlarını soruşturmak ve sorumlularını yargılamak olan Uluslararası Ceza Mahkemesi bir türlü üzerindeki ölü toprağını atamıyor ve 2021’den beri devam eden tahkikat nedense sonuçlandırılamıyordu.

Mahkeme savcısı, Refah’a gidip orada yaşananları kendi gözüyle görmesine rağmen; Gazze’ye saldırması için getirilen askerlerine “her türlü kısıtlamayı kaldırıyorum” emri vererek savaş suçu işleyen Savunma Bakanı Gallant hakkında işlem tesis etmiyordu. “Amelekleri öldürün” deyip soykırım emrini veren Başbakan Netanyahu da hâlâ serbestçe dolaşabiliyordu.

İşte tam da böyle bir atmosferde Adalet Divanı, Güney Afrika’nın başvurusunu kabul edip 11-12 Ocak 2023 tarihlerinde duruşmanın yapılmasına hükmetti.

Daha önce de yazdığım gibi duruşmada Güney Afrika heyeti müthiş bir performans sergiledi ve İsrail’in sahada yaptığı her şeyi bir bir anlattı. Hem de sanki soykırım kendi insanlarına yapılıyormuş gibi hissederek yaptılar bu görevlerini. Ne de olsa soykırım bir insanlık suçuydu ve soykırımın önlenmemesi tüm insanlığın ayıbıydı.

Bu dava daha uzun süre devam edecek ve biz de elimizden geldiğince sizlere gelişmeleri aktarmaya çalışacağız. Ama 26 Ocak’ta yargılama safahatında önemli bir gelişme yaşandı. Mahkeme, Güney Afrika’nın talep ettiği ihtiyati tedbirler konusunda kararını açıkladı.

Karar, bazılarını sevindirirken bazıları tarafından da yetersiz bulundu. Bendeniz de kararı yetersiz buluyorum. Ancak bu koşullar altında bunun, kötünün iyisi olduğunu da hatırlatmak isterim.

Nihayetinde mahkeme davayı reddetmemiştir. Yani İsrail’i soykırım zanlısı olarak yargılayacağını beyan etmiştir. İsrail’in, şekil ve usul bakımından davanın reddedilmesi talebini kabul etmemiştir. Hem de 15’e iki gibi ezici bir çoğunlukla!

Mahkemenin kararında eleştireceğimiz tek şey, resmen ateşkese hükmedilmemiş olunmasıdır. İsrail’in soykırım uyguladığına dair ciddi deliller olduğu ve telafisi mümkün olmayan zararlar oluşma ihtimalinin yüksek olduğu söylendikten sonra “derhâl ateşkes sağlanması” şeklinde bir karara imza atılmış olsaydı şimdi eleştirecek bir şey söylemiyor olacaktık.

Fakat ihtiyati tedbir kararını ne kadar yetersiz bulsak da mahkemenin İsrail’i soykırım zanlısı olarak gördüğünü hatırlatmak isterim. Yani dünün soykırım mağduru olan İsrail artık soykırım faili olarak yargılanıyor.

Dava ne kadar sürer, mahkeme neye karar verir bilinmez ama uluslararası hukukta önemli bir eşiğin aşıldığını ve artık kimsenin dokunulmaz olmadığının görüldüğünü belirtmemiz gerekiyor. Bu, Batı’nın şımarık çocuğu İsrail olsa bile!

Peki, bu neyi değiştirir?

Bir kere artık İsrail soykırım mağduru olmanın arkasına saklanamayacak. Kendisine sağlanan bu konforlu statüyü şimdiden kaybetti bile. Her ne kadar Batılı ülkelerin bir kısmı İsrail’i desteklemeye devam edeceklerini açıklamış olsalar bile dünyanın geri kalanı İsrail’in soykırım suçu nedeniyle cezalandırılmasını talep etmeye başladı. 

Adalet Divanı’nın davayı kabul etmesi ve karar açıklanırken ciddi kanıtlar olduğunu belirtmesi, Uluslararası Ceza Mahkemesini de harekete geçmeye zorlayacaktır. Çünkü artık savcının ilave bilgi, belge ve delil toplamasına gerek kalmamıştır. Zira hepsi Adalet Divanı’nda mevcuttur. Ayrıca bu dava sürecinde Güney Afrika’yı destekleyen ülke sayısı da bir elin beş parmağını çoktan geçmiştir ve bu durum, ne kadar taraflı olursa olsun savcıyı harekete geçmeye zorlayacaktır.

Şunu da belirtmemiz lazım ki Güney Afrika önemli bir yolu açmıştır. Adalet Divanı’nın kararı aynı zamanda bir içtihat da oluşturacağından bundan sonra İsrail’in soykırımını durdurmak isteyen başka ülkeler de bu yolu takip edebilecektir.

Şimdiye kadar İsrail’in destekçisi olan Batılı ülkelerin baskı ve yaptırımlarından çekinen ülkeler, Güney Afrika’nın hamlesinden sonra bu konuda kendilerini daha rahat hissedeceklerdir.

Keza surda önemli bir delik açılmıştır. Artık sıra, bu deliği iyice genişletip uluslararası hukukun tecelli etmesine engel olan görünmez duvarların yıkılmasına gelmiştir.