Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kral Selman bin Abdülaziz’in daveti üzerine Suudi Arabistan’a resmi ziyaret gerçekleştirdi.

İki gün süren ziyaretin Ankara ve Riyad arasındaki ilişkileri eski haline döndürmek için bir süredir sarf edilen çabaların ciddi mesafe kaydettiğini gösteren en önemli gelişme olduğunda şüphe yok.

Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin bozulmasına öncelikle Arap Baharı devrimlerine, halkların demokrasi taleplerine ve Mısır’daki askeri darbeye yaklaşımdaki zıtlık yol açmıştı.

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda vahşice katledilmesi ise iki ülke arasındaki gerginliği daha ileri boyuta taşıdı.

İlişkilerin onarılma sürecini de bu iki konudaki gelişmeler hızlandırdı.

Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin Aralık 2010’da kendini yakarak Arap Baharı’nın kıvılcımını ateşlemesinin üzerinden 11 yıl geçti.

Bu süre içinde Arap halklarının demokrasi mücadelesinde büyük ölçüde yalnız oldukları, insan hakları ve demokrasi bahsi açılınca mangalda kül bırakmayan ABD ve Avrupa ülkelerinin çıkarlarını korumak için açıkça diktatörleri destekledikleri ortaya çıktı.

Yıllarca baskı altında yaşamanın getirdiği deneyim yoksunluğu ve devrimlere öncülük edenlerin beceriksizlikleri, yanlış kararları ve çıkar kavgasına düşmeleri de eklenince Arap Baharı ülkelerinde halk iradesinin iktidara yansıması hayalleri büyük ölçüde buhar oldu.

Türkiye, ilkesel bir duruş sergileyerek Arap halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesini destekledi.

Fakat unutulmamalı ki, biz “demokrasi ihracı” iddiasında bulunan ve bu söylem altında başkalarının iç işlerine karışan bir ülke değiliz.

Arap halklarının demokrasi mücadelesini onların adına Türkiye vermeyecek.

Devrim rüzgârlarının sona ermesiyle Ankara ve Riyad arasındaki görüş ayrılıklarının önemli bir sebebi ortadan kalktı.

Demokrasi karşıtı cephenin en ateşli üyesi olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Türkiye arasındaki yakınlaşma da Arap Baharı sürecindeki koşulların sona erdiğinin ve yeni bir dönemin başladığının habercisiydi.

Ankara-Riyad ilişkilerini zehirleyen “Cemal Kaşıkçı cinayeti” krizi ise Ankara’nın adımıyla ve dava dosyasının Suudi Arabistan’a devredilmesiyle aşıldı.

Bu konuda muhalefetin dile getirdiği eleştiriler son derece çirkin ve haksız.

Türkiye, cinayetin aydınlatılması ve faillerin cezalandırılması için elinden geleni fazlasıyla yaptı.

Vahşetin üzerinin örtülmesine izin vermedi.

Olaya karışanların kimlikleri ve rolleri en ince ayrıntısına kadar deşifre edildi.

Suudi Arabistan, suçluların yargılandığını ve çeşitli cezalara çarptırıldıklarını açıkladı.

Merhum Kaşıkçı’nın ailesi de kan parasını kabul ederek, davanın siyasi malzeme yapılmaması çağrısında bulundu.

Adaletin yerini bulduğunu söylemek mümkün olmasa da mevcut koşullarda Türkiye’nin yapabileceği herhangi bir şey kalmamıştı.

Daha da ötesi, ilişkilerdeki kriz Yunanistan’a alan açmış ve Biden yönetimi, Kaşıkçı cinayetini Riyad’a karşı şantaj aracı olarak kullanmaya başlamıştı.

Türkiye gibi koskoca bir ülkeninmilli çıkarlarının ve Suudi Arabistan gibi bölgenin en önemli ülkelerinden biriyle ilişkilerinin tek bir davaya mahkûm edilmesi kabul edilebilir bir durum değildi.