15 Temmuz kanlı darbesinden hemen önce, üstelik terör örgütünün ekranlarından darbe çağrısı yapan sözde yazarların küçük cezalarla tahliye edilmesi kamuoyunda büyük rahatsızlık oluşturdu. Fakat bu kişilerin serbest kalmalarından çok daha önemli bir şey var: Yüzsüzlükleri.

Kimseyi eline silah alıp sokak ortasında infaz etmemiş bir darbe tetikçisini ilelebet cezaevinde tutamazsınız elbette. Lakin konuşmaları ve yazılarıyla ülkenin böylesi bir felakete sürüklenmesinde ciddi katkıları olan mücrimlerde hiç olmazsa sokağa çıkacak yüz kalmaması gerekirdi.

Olmadı. Ne en küçük pişmanlık ne de terör örgütüne bühtanda bulunmayı bu kişilerde göremedik. Aksine, kendilerinin mağdur edildiğini, devletin ise nasıl bir zorba olduğunu tüm dünyaya her dilden anlattıklarına şahit oluyoruz.

KİRLİ İTTİFAK

Ahmet Altan cezaevinden çıkar çıkmaz, FETÖ’cü teröristlere güzelleme yapan bir yazı kalem alıp bunu, “liberallerle Türkiye’ye lanetler okuyan necis bir terzi yamağının buluştuğu sitede” yayınlatmayı başardı. Sadece o kadar da değil.

Teröristlerin cezaevinde dertlerini “kartondan yaptıkları flütle duyurmaya” çalıştığını söylediği, timsah gözyaşlarına boğulmuş bu nameyi İngiliz Observer Gazetesi‘nde de aynı gün yayınlattı.

Karşımızda sinsi ve çirkin bir ittifak var. Türkiye’nin bin yıllık tarihiyle ve kazanımlarıyla hesaplaşmak için kurulmuş bir ittifak.

Öyle ki, kanlı darbenin arkasındaki emperyalistler değil sadece bu kirli birlikteliğin mimarı. Bir yanda, ABD’ye vatanımızı peşkeş çekmek için yarışan liberal-bölücü taife var. Diğer yanda, İstanbul Belediye Başkanı’nın eşine Cumhuriyet balosu kıyafeti diktiği için övünen, “Kıbrıs’tan Türkiye defolsun” diyebilecek kadar alçaklaşan Barbaros Şansal gibi Atatürk posterinin ardına gizlenen yamaklar.

Sadece bunlar değil elbette. Başörtülü, takkeli terörist imgesinden tıpkı Türk Devleti’nin varlığı kadar rahatsızlık duyan kimi İslamcı çevreler de. Öyle olmasalardı, sürekli mağduriyet edebiyatını dillerine dolamaz, Ali Bulaç gibi Ahmet Altan’ın takkeli versiyonunu meşrulaştırmak için bu kadar çırpınmazlardı.

FETÖ’NÜN ŞÖVALYELERİ

Aslında sorun bizde. Sorun 15 Temmuz’da bedenlerinin bir parçasını ülkenin caddelerinde bırakacak kadar fedakârlıkta bulunan; fakat sıra hesap sormaya geldiğinde sessizce derdini Allah’a havale edenlerde.

Eğer bu vefakâr millet sesini tıpkı o gün gibi gür çıkarabilseydi, “ne damadını kodesten kurtardıktan sonra örgütün şövalyeliğine” soyunan kişiler bu kadar pervasız olurdu. Ne de darbe şakşakçısı Ahmet Altan ve Amerika’ya “ana vatanım” diyecek kadar küstahlaşan Ali Bulaç ve yardakçıları bu kadar cesaret bulurlardı.