Kıymetli dostlar;

Sizleri öncelikle selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Geçen haftaki yazımızda Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda âlimlere olan hürmet ve muhabbetin ne kadar etkili olduğundan bahsetmiştik. Bu hafta bu hürmet ve muhabbeti daha yakından görmek için yine tarihin tozlu sayfalarında dolaşmaya ve iki cihan serveri Peygamber Efendimiz ’in (sav) “Âlimler Peygamber Varisleridir.” diyerek övgü ile bahsettiği birbirinden kıymetli şahsiyetlerle, cihan hükümdarları Osmanlı Padişahları arasında yaşanan diyalogları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yavuz Sultan Selim’in çamurlu kaftanını gördünüz mü?

Dedik ya Osmanlı padişahları ile onlara yol gösteren âlimler arasında çok derin bir muhabbet vardı. İşte bu muhabbetin en güzel örneklerinden birini Osman Nuri Topbaş Abide Şahsiyetler eserinde şöyle anlatıyor;

Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleşen Mısır Seferi, Osmanlı tarihinde bir padişahın katıldığı en uzun süreli sefer-i hümayundur. Mısır fethedilip tekrar Payitahta İstanbul’a dönülürken Adana civarına gelindiğinde ordu şiddetli bir yağmura yakalanır. Ortalık birden çamur deryasına dönmüştür. Çamur deryasında ilerlemek oldukça güç hale gelince O bölgede konaklama kararı verilir. Ertesi gün yolculuğa devam edilir. Sultan Selim Han, devrinin büyük ilim adamlarından Kemal Paşazade ile sohbet ederek yoluna devam ederken bir ara Şeyhülislam Kemal Paşazade’nin atı tökezler ve atın ayağından sıçrayan çamur, padişahın kaftanını kirletir. O an etraf birden sessizleşir etraf adeta buz keser. Kemal Paşazade son derece mahcup olmuştur. Herkese şaşkınlık içerisinde Sultan’ın ağzından dökülecekleri beklemektedir. Yavuz Sultan Selim hizmetçilerine dönerek der ki;

- Bana yeni bir kaftan getirin ve bu elbisemin üzerindeki çamurları da sakın temizlemeyin! Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için kıymetlidir. Ben öldüğüm zaman bu kaftanımı, sandukamın üzerine örtersiniz.

İşte Yavuz Sultan Selim’in bu vasiyeti üzerine çamurlu kaftan yüzyıllardır Osmanlı Sultanlarının âlimlere olan saygı hürmet ve muhabbetinin nişanesi olarak Fatih Balat’ta Sultan Selim Caddesinde Yavuz sultan Selim Camii haziresinde bulunan Yavuz Sultan selim Türbesinde sergilenmeye devam edilmektedir. Bir gün yolunuz Balat’a düşerse hem Yavuz Sultan Selim camiinde bir vakit namaz kılabilir türbe ziyareti esnasında bu çamurlu kaftanı da görebilirsiniz.

Yavuz Sultan Selim’in sarığındaki süpürgenin sırrı

Aslında Osmanlı Sultanlarının âlimlere olan sevgi ve muhabbetinin temel kaynağı en başta Efendimize olan sevgi ve muhabbetten kaynaklanmaktadır. Yine Mısır seferi esnasında 20 Şubat Cuma günü, Melik Müeyyed Camii'nde okunan hutbede hatip Yavuz Sultan Selim’den bahsederken; kutsal toprakların hükümdarı manasında "Hakimü'l-Harameyni'ş-Şerîfeyn..." diye bahsetmesi üzerine Sultan gözyaşlarını tutamayarak bu duruma itiraz etmiş ve hatîbin ifadesini:

Ben buraların hakimi değil ancak hizmetkarı olabilirim diyerek "Hadimu'l-Harameyni'ş-Şerîfeyn.." olarak düzeltmesini istemiştir. Bu yaşananlardan sonra sultan yerdeki halıyı kaldırıp toprağa secde ile Rabbine şükretmiş ardından Hadimu'l-Harameyni'ş-Şerîfeyn'liğini ifade etmek için de, sarığının üzerine süpürge biçiminde bir sorguç takmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman ve karınca

Osmanlı Padişahlarının her birinin ayrı bir mahareti vardı. Kimi şair, kimi demirci ustası, kimi bahçıvan, kimi marangozdu. Devlet işlerinden arta kalan zamanlarında bu işleri ile meşgul olur, nefislerini terbiye ederlerdi. Bu sebeple Kanuni Sultan Süleyman da Muhibbi mahlası ile yazdığı şiirlerin yanında, şairliğinin yanı sıra Topkapı Sarayı’nda bahçe işleriyle uğraşır ağaç yetiştirirdi.

Dünyayı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyeti altına alan Osmanlı İmparatorluğu’nun kudretli hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman her şeyi bir kenara bırakıyor giriyor sarayın bahçesine ağaçlarla vakit geçiriyor onların bakımını yapmakla kalmıyor çoğu zaman onların Allah’ı zikrine eşlik eden bir dost oluyordu.

O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, fakat Sultan ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı yıllardır emek vererek yetiştirdiği o güzelim dallarını. Hemen oracıkta aklına bir çözüm yolu geldi, ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı.

Edebi bir üslup

Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı Sultan Süleyman. Dünyayı titreten bir emri ile dünyanın öbür ucuna hükmedebilen cihan hükümdarı istese bir el hareketi ile bu ağaçları ilaçlatılabilirdi. Ama o öyle yapmadı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. Uzun uzun düşündükten sonra İşin içinden çıkamayacağını anlayan Sultan Süleyman, bu konuyu danışmak için hocası Şeyhülislam Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu lisan-ı münasiple edebi bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.

Şöyle yazıyordu kâğıtta;

“Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?”

Birkaç saat sonraEbussuud Efendi odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde Sultan’ın el yazısı ile yazılmış kâğıdı gördü. Eline kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.

Sultan Süleyman bir süre sonra tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bıraktığı kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi.:

Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:

“Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.”

İşte bizlere bugün astığı astık kestiği kestik olarak tanıtılmaya çalışılan Cihan hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatından bir kesit. Birilerinin televizyon dizilerinde acımasız ve gaddar olarak anlatmaya çalıştığı naif ruhlu nadide insanlardan biri…

O yaptığı her işin Kuran’a ve sünnete uygun olmasına dikkat eder bu sebeple yapacağı her işi Şeyhülislam Ebussuud Efendiye sormadan yapmazdı.

Kanuni’nin Sırlı Sandığı

“Olmaya Devlet Cihan'da Bir Nefes Sıhhat Gibi” diyerek Devleti, sıhhat gibi en büyük mutluluk ve bahtiyarlık addeden şair ruhlu Sultan Süleyman’ın artık ömrünün son günleriydi, hasta hasta son seferi olan Zigetvar seferine çıkmaktadır.Yediden yetmişe insanlar muhteşem orduyu selâmlıyorlardı. Zigetvar Kalesi direndikçe direniyordu. Alınması uzuyor, yorgun ve hasta hünkârın ciğerini yakıyordu. Zigetvar düşerken, kendisi de artık son nefesini veriyordu.

Zigatvar Seferi esnasında Cihan sultanı defnedilmek üzere kendi adına yaptırdığı Süleymaniye Camii avlusundaki türbesine getirilir. Kabre konulmak üzereyken bir sandık konur ortaya ve “Sultan’ın vasiyetidir bu sandık sultanla birlikte gömülecek” der biri… Bu sandığın içinde, sultan Süleyman’ın kırk altı yıllık saltanatı boyunca Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’den aldığı fetvalar vardır. Ancak bu durumu kimse bilmemektedir. Bu olayı dikkatle izleyen Şeyhülislam Ebussuud Efendi:

- Dinimizde cenazenin yanına kıymetli eşyalar konulması caiz değildir. Bu adet Mecusiler'de vardır, derse de orada hazır bulunanlar padişahın vasiyetini bir kez daha hatırlatırlar.

Yaşanalar üzerine tekrar söz alan Ebussuud Efendi: Sultan Süleyman Han ne kadar ısrar etse de dinin emirlerini çiğneyecek kadar ısrar etmez. Çünkü şimdiye kadarki Osmanlı padişahları gibi merhum padişahımız da şeyhülislâmın fetvası olmadan hiçbir iş yapmamıştır, yapılması için emir de vermez.

- Ancak madem vasiyeti bu kadar üsteliyorsunuz, açalım sandığı, değerli bir şey varsa gömmeyiz, yoksa gömeriz. Der...

Bunun üzerine sandık Ebussuud Efendi'ye verilmek üzere iken yere düşer ve içinden bir sürü kâğıt yere saçılır. Bunlar Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'nin fetvalarıdır. Kanuni bu davranışıyla, "Ne yaptımsa fetvayla yaptım. Kabirde tedvin ettiğim (derlediğim) kanunlardan sorguya çekilirsem şahit olarak bunları göstereceğim ve Allah'ın huzuruna öyle çıkıyorum" demek istemektedir.

Bu hadiseye bizzat şahit olan Ebussuud Efendi'nin gözyaşları içinde söylediği şu sözler ise Tarihin altın sayfalarında yerini alır:

- Padişahım sen kendini kurtardın, bakalım bu fakir ne yapacak!

Edeple gelen lütufla gider

Demem o ki Osmanlı Devleti’ni Osmanlı Devleti yapan asıl güç Sultanların dahi âlimler karşısında edepten taviz vermemeleridir. Eğer bugün biz de bu cihanşümul güce erişmek istiyor o günlerin özlemini duyuyorsak önce onlar gibi olmanın, onlar gibi yaşamanın yollarını aramalıyız. Unutmayalım Allah dostlarının kapısına “Edeple gelen lütufla gider” ve en önemlisi “Hürmet eden hürmet görür…”