2021 yazında yaşanan büyük çevre felaketinin üzerinden sadece birkaç yıl geçti. O yıl Marmara Denizi’nde kıyıya vuran yapışkan, süngerimsi, bulanık bir madde—adı müsilaj—denizin kaderini değiştirdi. Şimdilerdeyse Yalova’dan Kadıköy sahiline, Bursa açıklarından Adalar çevresine kadar tekrar o sessiz düşmanın izleri belirginleşmeye başladı. Peki biz bu sessiz düşmanı gerçekten ciddiye aldık mı? Yoksa onu gündemden düşünce unutulacak bir “haber köpüğü” mü sandık?

Müsilaj sadece bir çevre sorunu değildir; bu, gözümüzün önünde büyüyen bir medeniyet krizidir. Deniz, on yıllardır evsel atıklarla, sanayi kirliliğiyle, kontrolsüz yapılaşmayla boğulurken biz hâlâ “Yüzülebilir deniz” projelerini vitrinlere koymaya devam ediyoruz. Oysa müsilaj, Marmara’nın boğazında düğümlenen sessiz bir çığlıktır.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2021 krizinden sonra “Marmara’yı kurtaracağız” diyerek bir dizi eylem planı duyurdu. Ancak aradan geçen sürede arıtma tesislerinin sayısında kayda değer bir artış olmadı. Var olan tesislerin çoğu da ileri biyolojik arıtma yapmıyor. Belediyeler, altyapı yetersizlikleri nedeniyle hâlâ evsel atıkları doğrudan Marmara’ya boşaltıyor. Sadece İstanbul değil, Kocaeli, Tekirdağ, Balıkesir ve Bursa da bu ortak su havzasını yıllardır sistematik biçimde kirletiyor.

Bilim insanları defalarca uyardı: Müsilaj sadece yüzeyde değil, derinlikte de yaşıyor. Dipte birikiyor, oksijeni tüketiyor, deniz canlılarını boğuyor. Oksijen yoksunluğu yaşayan Marmara’da balık türleri azaldı, deniz çayırları yok olmaya başladı. Bugün belki gözle görülmüyor ama deniz altındaki yaşam her geçen gün daha da sessizleşiyor.

Ve en can yakıcı nokta şu: Biz bu krizi görmemekte ısrar ediyoruz. Marmara bir ayna. Biz o aynaya her baktığımızda, sadece bir doğa felaketini değil, kendi umursamazlığımızı da görüyoruz. Pet şişesini sahile bırakan da, evinde kullanılmış yağı lavaboya döken de bu ekolojik suça ortaktır. Bu yüzden sadece devletten ve belediyelerden hesap sormak yetmez. Hepimiz, kendi çevre ahlâkımızı da sorgulamalıyız.

Üstelik mesele yalnızca Marmara Denizi değil. Bugün müsilaj Marmara’da baş gösteriyor ama bilim insanları bu tehdidin Karadeniz’e ve Ege’ye de sıçrayabileceği konusunda uyarıyor. Çünkü denizler birbirine bağlı; çünkü doğa, sınır tanımaz.

Çözüm belli: Atık yönetiminde şeffaflık, ileri biyolojik arıtma tesislerinin yaygınlaştırılması, denetimlerin artırılması, deniz tarımının kontrol altına alınması ve en önemlisi toplumsal farkındalık. Çocuklara okullarda “deniz sevgisi” anlatmak, sadece bir temenni değil, artık yaşamsal bir zorunluluk.

Şu soruyu hep birlikte sormak zorundayız: Gelecek nesillere miras bırakacağımız bir Marmara olacak mı? Yoksa bu deniz, sadece anılarda kalan bir mavilik mi olacak?

Müsilaj, bize doğanın ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha hatırlattı. O yüzden bu mesele, çevrecilerin, aktivistlerin ya da birkaç akademisyenin omzuna bırakılacak bir yük değil. Bu, hepimizin sorumluluğu. Ve bu sorumluluğu, geç kalmadan yerine getirmezsek, Marmara bir gün gerçekten sessizliğe gömülecek.

Sessizliği dinleyin... Marmara konuşuyor.