Libya ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan krizin yakın gelecekte uluslararası politikada daha geniş bir alanı kuşatacağı şimdiden bellidir. Her iki bölgede gerilimin tırmanma nedeninin Avrupalı güçlerin müzakereye kapalı, tek yanlı siyasi, askeri ve ekonomik girişimleri olduğunu belirtmek gerekiyor. Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayıcı, Libya’da da meşru hükümete karşı silahlı darbe girişimi yürüten Halife Hafter’i destekleme politikası ne yazık ki bölgeyi istikrarsızlaştırıcı bir etki yaratıyor.

Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesinde Libya’nın resmi ve meşru hükümeti ile savunma ve güvenlik işbirliği ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmaları imzalamasıyla birlikte Halife Hafter güçlerine karşı sağlanan askeri ve siyasi desteğin artığını görmek icap ediyor.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsetme stratejisini benimseyen aktörler, Halife Hafter’i iktidara taşıyıp, Türkiye ile imzalanan anlaşmaları feshettirme derdine düştüler. Madem Türkiye ile Libya arasında imzalanan anlaşmalar geçersiz(!) peki, o zaman Hafter’i destekleme gayreti nereden geliyor? Bu yüzden Libya’daki siyasi ve askeri gelişmeleri 27 Kasım öncesi ve sonrası diye ikiye ayırıp ele almanın daha sağlıklı sonuçlar vereceği açıktır.

Türkiye’nin kritik hamlesi, ABD desteğiyle Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır ve İsrail tarafından yürütülen tüm program ve projelerin sıfırlanmasına yol açtı. Şimdi aynı blok Türkiye’nin Libya adımını boşa çıkarmak için Hafter’e siyasi ve askeri destek sağlıyor.

Türkiye’nin tırnaklarını kazıyarak elde ettiği Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarını koruyabilmesi için Fayez al-Sarraj liderliğindeki meşru hükümetin varlığını devam ettirmesi gerekiyor. Kâğıt üzerinde bakıldığında Doğu Akdeniz Gaz Forumu üyelerinin yanı sıra Rusya, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ı arkasına alan Halife Hafter’in Libya’daki savaşı kazanacağı tahmin edilebilir. Fakat uluslararası ilişkilerde matematiksel hesapların her zaman bir karşılığı olmayabilir.

Diğer taraftan Türkiye’nin Libya’da, “yanlış ata oynadığını” söyleyenler var. Şayet Türkiye Hafter ile benzer anlaşmaları doğuracak bir yakınlaşma içerisine girseydi bu defa Hafter’in safında bulunanların yer değiştireceği aşikârdır. Dolayısıyla Libya’daki bloklaşmayı belirleyen ana faktör, Libya’daki aktörler değil bizatihi Türkiye’dir.

Türkiye ile Rusya arasında devlet başkanları düzeyinde gerçekleştirilecek 8 Ocak’ta yapılması öngörülen görüşmenin Libya’daki olayların seyrine etki etmesi muhtemeldir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Başkanı Putin’in Suriye’de olduğu gibi Libya’da da asgari müşterek konularda bir mutabakata varma olasılığı yüksektir. Geniş perspektiften bakıldığında Rusya ile Türkiye’nin Libya’da karşı karşıya gelmesini gerektiren herhangi bir ciddi sorun söz konusu değildir. Her iki ülkenin çatışma yerine uzlaşmayı tercih ederek Doğu Akdeniz’de siyasi, ekonomik ve enerji konularında yeni işbirliği alanları oluşturabilirler.

Tüm bu gelişmeler kapsamında Türkiye, Doğu Akdeniz’deki diplomatik caydırıcılığını en üst safhaya çıkarmak için Türk askerinin bir yıl süreyle Libya’ya gönderilmesine izin veren tezkereyi TBMM Genel Kurulu’na sunmuştur.