Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Hayati Develi ile mülâkat: “Millet bütünlüğümüzün teminatı Türkçe”

Türkiye’nin dünyaya açılan en sahici pencerelerinden biri, Yunus Emre Enstitüsü. Enstitü, yurtdışında kurduğu merkezlerde 2009 yılından bu yana eğitim ve öğretim çalışmalarının yanı sıra kültürel ve sanatsal faaliyetler yürütüyor, bilimsel araştırmalara destek veriyor. Bugün itibariyle yurtdışında 30’un üzerinde kültür merkezi bulunuyor. Bu merkezlerde isteyen herkese Türkçe öğretiliyor. Çeşitli seminerler, sempozyumlar, konferanslar ve paneller düzenlenen merkezlerde kültür ve sanat dünyasının önde gelen isimleri sanatseverlerle buluşuyor. Yunus Emre Enstitüsü’nün başında yer alan isim Türk dili profesörü Hayati Develi. Develi bize gönlünü açtı. Türkçe’nin sırlarını paylaştı.

Hayati Develi Türkçe deyince neler düşünür, neler söyler?

Bir insanın, evrende var olmasını sağlayan bir nimete, bir mekanizmaya nasıl bakması gerekiyorsa bende de aynısı var. Hayatı Türkçe’yle öğrendim. Yaratan’ı, yaratılanı ve onların arasındaki her şeyi Türkçe’yle öğrendim. Onunla sevdim, onunla kederlendim, onunla âşık oldum. Şükürler olsun. Benim için Türkçe hayat meselesidir, bir varoluş meselesidir. Liseden sonra Türkçe’ye karşı hafif bir akademik aşk başladı. Dilimi, kültürümü daha iyi öğrenmek, Türkçe’nin uzak geçmişinden bugününe serüvenini öğrenmek ve öğretmek istedim. Elhamdulillah gerçekleşti. Halen öğreniyorum. Eski metinleri okumayı öğrendim, Türkçe’nin söz coğrafyasında dünyanın en güzel rüyalarını gördüm. Hele ki eski metinlerde apayrı bir lezzet var…

Bu macera nasıl bir heyecana sürüklüyor sizi; orası nasıl bir dünya?

Unutulmuş kelimeler buluyorsunuz, yetmez mi onun heyecanı? Unutulmuş ifade biçimleri arasında geziyorsunuz. Dünyanın en Türkçe, en güzel şiirini keşfediyorsunuz, yetmez mi? Bir metinle uğraştığınızda sizden yüzyıllarca önce yazılmış, dökülmüş bir mürekkebin ifade ettiklerini tekrar okuyorsunuz. Onları yazanların hayatına dâhil oluyorsunuz sonra. Kelimelerin yavaş yavaş arka planlarını tanımaya başlıyorsunuz. Onların adeta esrarını keşfediyorsunuz. İnsana bir tür itminan duygusu da veren bir şey. Toplumsal olarak örgütlenmemizi mümkün kılan şey dil. Türkçe olmasaydı millet olamazdık, örgütlenemezdik. İşi sadece Türkçe’de de bırakmamak lazım. İnsan dilinin nasıl oluştuğu meselesi üzerinde de çalışmamız, kafa yormamız gerekiyor. Dilin insanlar ve toplumlar arasındaki rolü çok önemlidir. Bunlar felsefenin temel meseleleri. Felsefe önemli. İnsanın düşünme biçimini belirler. Dil ile ilgili tasarımı olmayan felsefeci olamaz. Dil ile uğraşmak, onun rolü konusundan, felsefesinden sözlük bilimine kadar birçok sahada düşünme imkanı sağladı bana.

Türkçe’nin millet bütünlüğümüze katkısı üzerine neler söylemek istersiniz?

Türkçe dünyanın en kadim yazılı dillerinden biri. Antik Grekçe, Çince var, başka bir iki dil daha sayabiliriz. Arapça’yla mesela Türkçe’nin doğuşu yazılı dil olarak hemen hemen aynı döneme denk gelir. Kur’an-ı Kerim’den önce de Arapça’nın çok fazla yazılı kaynağı yoktur. Türkçe’ye gelince, Türkler dünyanın çok farklı yerlerine dağıldı, Türkçe bu farklı yolları, farklı boyları bir arada tutan bir dil oldu. Bütünlüğü temin eden vasıta oldu. Biraz da Türklerin yönetişim kabiliyetlerinden dolayı Anadolu’daki macerasıyla Türkçe Anadolu’nun ve Balkanların ortak dili olma kabiliyeti kazandı. Bu elbette bir süreç içerisinde gerçekleşti. Eğer Türkçe olmasaydı bugün Türk diye bir milletten, bir uygarlıktan bahsetmemiz mümkün olmazdı. Millet yapımızın çatısını oluşturur Türkçe. Dilimizin taşıdığı bir değeri bilmemiz gerekiyor. İslam medeniyetinin üç temel dili var; üretici ve taşıyıcı olarak, din ve bilim dili olarak Arapça, daha çok edebiyat olarak Farsça ve Türkçe… Türkçe bir yönetim dili olarak başlamış olsa da çok süratli bir gelişme kaydetti. Hızlı bir şekilde aktardığı, adapte ettiği, ürettiği metinlerle, yeniden ürettiği metinlerle hem edebiyat hem din dili haline gelmiştir. Anadolu’da milletin Müslümanlığı Türkçe’yledir. Arapça’dan, Farsça’dan, Batı dillerinden birçok metin Türkçe’ye çevrilmiş, birçok metin Türkçe ifade edilmiştir. Dualar Türkçeleştirilmiştir. Ve bu dil İslam’ın tebliğcisi olmuştur adeta. Temel ilahileri ile, Mevlid’iyle, Muhammediye’siyle çok geniş coğrafyaya bilgi taşımıştır. Söz gelimi Gürcistan’a gidin, Batum’un köylerinde Mevlit okunur. Kosova’ya gidin, aynı şeyi görürsünüz. Namaz Arapça eda edilir, dualar Türkçe’dir. Halk Gürcüdür. Gidin Bosna’ya, Üsküp’e, tekkede hala Yunus’un, Sümbül Sinan’ın ilahileri okunur. Türkçe olarak okunur. Birçok müezzin ritüeli Türkçe gerçekleştirir. Dini anlatan metinler Türkçe üzerinden ulaşmıştır.

İmparatorluğun merkezinde yer alıyor artık…

Ortaklaştırıyor. İmparatorluk toplumlarında etnisite önemli değildir. Eğer toplumsanız ortak bir dile ihtiyaç duyarsınız. Pazarda, kamusal mekânlarda, mekteplerde bir dil ile anlaşmanız gerekir. Bu, 15. Yüzyıl’dan itibaren Anadolu’da, hemen arkasında Balkanlarda Türkçe olmuştur. Balkanlara bakın, şehir merkezlerinde Arnavut, Boşnak, Bulgar, Pomak… Müslüman olsun, gayri Müslim olsun, pazara gelen herkes Türkçe konuştu. Pazarda sadece mal değişmiyor, malla beraber bilgi de değişiyor. Balkanlarda hala Türkçe bilmek şehirlilik alametidir. Türkçe bilmiyorsanız köylüsünüzdür.

Gücünü nereden alıyor Türkçe?

Elbette büyük, kadim bir dil. Dinin tebliğ dili olmuş geniş coğrafyalarda. Olmaya da devam ediyor. Büyük milletlerin, büyük medeniyetlerin sentezleri de olur. Tek renkli bir medeniyet olmaz. Biz Anadolu’ya geldikten sonra birçok kültürden etkiler aldık, iyi sentezler yaptık. Dilimiz de aynı senteze maruz kaldı. 10. Yüzyıl’ın başlarında Müslümanlaştık. 11. Yüzyıl’ın ortalarında Kutadgu Bilig gibi bir eser yazdılar Türkler. Büyük bir devlet felsefesi kitabı. O seviyeye hızla ulaşan toplumdan bahsediyoruz. Anadolu’ya geldiğimizde 150 sene kadar Türkçe’nin konuşulmadığı bir dönem vardır. Entelektüellerimiz Arapça ve Farsça konuşmayı seçtiler. Moğol saldırılarından sonra o dönemin bitmesine yakın dervişler ve halka hitap eden sufiler aracılığıyla hızla Türkçe’ye dönüldü, çünkü Türk nüfusu çoğalmıştı. Bu işte öncü isim elbette Yunus Emre’dir. Yunus’la beraber dua diline, muhabbet diline dönüşür Türkçe. Gücünü de büyük şairden alıyor.

Bu işin üstadı olarak, Yunus Emre

Enstitüsü’nden görev teklifi geldiğinde ne düşündünüz? Bir akademisyenim, siyasetçi değilim. Ankara’dan bir teklif gelirse ancak böyle bir teklif gelebilirdi. Yapabileceğim iki işten biri buydu. Bu tekliften sonra, hayır ben yapamam demek de bugüne kadarki biriktirdiklerinize ve müktesebatınıza bir ölçüde ihanet etmek olurdu. Ben de öyle düşündüm. Yunus Emre Enstitüsü’nün yaptığı işlerden, en önemlilerinden biri dünyada isteyenlere Türkçe öğretmek, Türkçe öğretimiyle ilgili malzeme, yöntem geliştirmek ve kültürel tanıtım yapmaktır. Bunun heyecanı, sorumluğu var üstümde.

Derdiniz ne; ne yapmak istiyorsunuz?

Burada devletin dert ettiği şeyi gerçekleştirmek istiyoruz. Türk insanının dünyada layık olduğu, hak ettiği kültürel imajın sağlanması, davamız. Biz bu anlamda haksızlığa uğramış bir toplumuz.

Nasıl hocam?

Hakim Batı zihniyeti Avrupa merkezli bir kültür dayattı bu topluma. Daha doğrusu bu dayatmaya maruz kaldık. O dayatmalara direndik. Onlardan olmadık, olamazdık. Tarihten gelen bir çatışmamız vardı zaten. Önyargıyla ve görmezlikten gelerek yaklaşıldı bu topraklarda üretilen kültüre. Birkaç bin yıllık bir medeniyet birikimine sahip bir toplumuz. Bunu göstermek ve hak ettiğimiz üretim değerini de böylece kazanmak… Derdimiz büyük, işimiz zor. Bir de yaklaşık yüzyıllık bir içe kapanmışlığın getirdiği, bir geriye çekilme de söz konusu. Şimdi tabii o dönemi atlatıp, yeşeren kökün farkına varan, o kökü yeniden algılayıp dünyaya anlatmak isteyen, her alanda ürettiklerini sunmak isteyen bir Türkiye var. Daha da iyi olacağız. Ama kültürel meselelerde, sinemada, fikri meselelerde iyi bir yerde değiliz. Bunu bir ölçüde Yunus Emre Enstitüsü’nün yapabileceğini düşünüyorum. Gayretlerimiz onun için.

Faaliyetlerinizden bahsetseniz biraz…

Meselemiz Türkiye’yi tanıtmaktır. En başta Türkçe öğreterek temin etmeye çalışıyoruz bunu. Türkçe öğretme işi nispeten yenidir. Yirmi küsur sene önce yurt dışına gittiğimde dikkatimi çekiyordu mesela, dünyada Türkçe üzerine bu kadar bir merak yoktu. Son yıllarda artan ekonomik gücümüz, politik gücümüz ve kültürel üretim zenginliğimizle Türkiye’ye ve Türkçe’ye ciddi bir yöneliş de var. Birkaç üniversite birkaç bin yabancı okutuyordu daha sekiz on sene öncesine kadar. Bugün 60 binin üzerinde yabancı öğrenci okutuyoruz. Geniş bir coğrafyada Türk dizilerinin geniş bir etkisi var. Sivil tolum kuruluşlarımızın ciddi çalışmaları var. Türk üniversitelerine talep söylediğim gibi, artıyor. Eskiden dünya dillerine çevrilen üç dört yazar vardı. Bugün 400’e yakın Türk yazarın eseri çevrildi. Binlerce okura ulaştı. Şimdi bu meseleler üzerine proje geliştirmek, bu işi organize etmek, onlara vitrin oluşturmak, onları planlamak bir kurumun görevi. Biz bu görevi üstlenen kurumlardan biri sayıyoruz kendimizi. Bunun bir de ürettirici tarafı olacaktır. Diyelim siz bir ressamsınız, Yunus Emre Enstitüsü size şu andaki kapasitesi ile bir yıl içinde elli merkezde sergi açtırtabilir. Bir ressamın buna yetişmesi mümkün değil. Sanatçılarımızı, entelektüellerimizi yurtdışına taşıma/tanıtma imkânımız var, onu yapmaya çalışıyoruz. Hali hazırdaki yurtdışı bürolarımızda dil öğretiminin yanı sıra başka pek çok faaliyetimiz var. Biraz bunları organize etmeye, kurumsallaştırmaya çalışıyoruz. 2023 yılında inşallah 100’e yakın merkezimiz olacak dünyada. Bu, Türkiye’nin 100 ülkede vitrini olacak demektir. Haftanın her günü orada bir etkinlik olacak. Çayımız kahvemiz kütüphanemiz olacak, var zaten. Gelen insan bir Türkiye resmi görecek, Türk cömertliği görecek.

Eklemek istediğiniz bir şey olur mu, gençlere bir mesaj vermek istersiniz belki…

İnsanlar kendi dillerine özen göstermezlerse ve onu geliştirmezlerse esasen kendilerini geliştirmemişler, kendilerine ihanet etmiş olurlar. Liseyi bitirmiş her Türk genci ondan sonraki hayatında hem kendi kişisel başarısı için hem de kendi diline karşını borcunu ifa etmek için İngilizce’ye harcadığı paranın üçte birini Türkçe’ye harcasın. Biraz kelime öğrensin. Dili daha zengin nasıl kullanırın anlayışına yönelsin. Ve mutlaka klasik Osmanlı Türkçe’sini öğrensin.

Son okuduğunuz kitap…

Şu sıralar Evliya Çelebi ile ilgili bir roman var önümde.

En sevdiğiniz Türkçe kelime…

Gönül.

Gönüller konuşsun Hocam.

Eyvallah.