Geçtiğimiz hafta, Şair Enveri’nin başından geçen bir hadiseyi aktarmış, günümüzün sahte “Enveri”lerine ve ekmeye çalıştıkları “ihanet tohumları”na dikkati çekmek istemiştim. Mezkûr yazı üzerine, bir hayli tebrik ve tenkit mesajı aldım. Tenkit mesajlarının her birine ayrı ayrı cevap vermek yerine geçen haftanın devamı niteliğinde bir yazı kaleme almayı uygun gördüm. Hatırlanacağı üzere Risale-i Nur’un “Nurunu söndürmeye çalışanlar…” konusunda da yazılarım mevcut. Zihnim ve yerim nispetince tespit ve uyarılarıma devam ediyorum.    

“…EN TEHLİKELİSİ ODUR Kİ!..”

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Hücumat-ı Sitte Risalesi’nin Beşinci Desise-i Şeytaniye kısmında, ehl-i ilmin “enaniyet-i ilmiye”den gelen bir “varta” ile; Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine verebileceği zararı, gelecek veciz şu cümleleriyle izah ediyor.
 

Bediüzzaman, mezkûr tehlikeyi, “en tehlikeli” diye tasnif ettikten sonra, “Bir şey daha kaldı, en tehlikelisi odur ki…” diyerek devam ediyor.
 

Bu cümlesinden sonra konuyu şu şekilde tafsillendiriyor:
 

1- “İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir...” 
 

2- “Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz...” 
 

3- “Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister.” 
 

4- “Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu hâlde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler'in kıymetlerinin tenzilini arzu eder, tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.” 

Hazretin haber verdiği bu tehlike, müellifin “ileride gelecek” diye bildirdiği “Rumuzü’l-Kur’an” ve Keşfü’l-Envar” külliyatı müellifi Molla Muhammed Doğan’a karşı da yapılmaktadır. Çünkü Molla Muhammed Doğan, Yirmi Beşinci Mektup olan Yasin Suresi’nin yirmi beş nüktesini yazdı. Hem Dokuzuncu Şua’nın dokuz âlî makamını tab etti. Hem de Bediüzzaman’ın “mev’ud ve mübeşşir bir tefsir” diye müjdelediği Rahman Suresi’ni neşrederek, Risale-i Nur’un en müşkil yerlerine şerh ve izahatta bulundu. 

GÜNÜMÜZÜN “ENVERİ”LERİNE DİKKAT!..

Onun için “özmen” kimlikten uzak bir tavır gösteren kişi, “enaniyeti bırakmıyor”.

Yakup’un oğlu” olduğunu iddia eden kişi, “kıskançlık ve haset”ten müteşekkil bir ruh hâli ile, babasını “kuyunun dibine atmaya çalışıyor”.

Diğeri ise, “emin bir kişilikten uzak” bir tavır ile, “hadsizce muaraza ediyor”.

Bunların meseli: Ceplerinde beş kuruş olmadığı hâlde, zenginlerin sofrasında oturup kalktığından dolayı kendisini zengin zanneden adamlara benzer. Evet bunlar gibi zevat ise Şarih’in ilim sofrasında oturup kalktıkları için kendilerini gerçek “Enveri” zannediyorlar. Hâlbuki dimağlarında ne varsa hepsini o sofradan almışlardır.

Üstad Bediüzzaman, bu gibi eşhası, gelecek şu cümleleriyle ikaz ediyor: “Evet amel-i salihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-i nâs ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-i nâsı arzu etmek değil belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhret-perestlerin ve şan ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.” (Lemalar)

Samimi ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukût eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz. Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübra-yı Kur'aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var.” (Lemalar)

Tekraren hatırlatıyorum: "Şöhretperestlik, hiss-i havf, tama, menfi milliyet, enaniyet ve vazifedarlık damarı gibi duygular, şeytanın tuzaklarından bazılarıdır..."
 

Selam ve dua ile…

Fiemanillah…