“İn huve illâ zikrul lil-âlemîn.”
“O (Kur’an), âlemler için bir öğüttür.”
(Tekvîr, 81/27)
Kur’an bir kitap değildir sadece.
Bir ses, bir nefes, bir çağrı, bir uyarıdır.
Bir aynadır insana.
Aynaya bakıp da kendini göremeyene “öğüt” yetmez zaten.
Ayet diyor ki:
“Bu kitap, âlemlerin tamamına hitap eder.”
Sen o âlemlerin neresindesin?
Bugün kitaplar çoğaldı, sözler çoğaldı, ekranlar çoğaldı…
Ama öğüt azaldı.
Çünkü insan, öğüdü duymak istemiyor artık.
Duyarsa değişmesi gerekecek.
Değişmekten korkan, hakikatten kaçar.
Kur’an gelmiş,
“Bütün insanlığa hitabım var” demiş,
insanlık kalkmış,
“Benlik tasarım var” diye cevap vermiş.
Bir kitap düşün:
Asırlar boyunca değişmiyor.
Zaman yaşlanıyor, o genç kalıyor.
İnsanlar yoruluyor, o dinç duruyor.
Devletler yıkılıyor, o ayakta duruyor.
Neden?
Çünkü bu kitap “öğüt” değil;
özü hatırlatmadır.
Unutmuş olana hatırlatma,
kaybolmuş olana yol,
kararmış olana nur,
düşmüş olana eldir.
İnsanlık bugün teknolojiyle övünüyor,
ama öğütsüz yaşıyor.
Bilgiyi çoğalttı,
hikmeti kaybetti.
Sesi yükseltti,
sözünü kaybetti.
Kur’an’ın öğüdü evrensel;
ama kulaklar mahallî.
Herkes kendi yankısını dinliyor artık.
Bu ayet diyor ki:
“Benim hitabım sana değil, sadece sana değil;
bütün insanlığa.”
Sen ise bu kitabın neresine düşüyorsun?
Ayete mi yakınsın, yoksa paragraf aralarına mı kaydın?
Bir öğüt,
ancak işitene öğüttür.
Kitap masanda durabilir,
ama kalbinde duruyor mu?
Kur’an “hatırlatmak” için geldi.
Biz unutmamak için ne yaptık?
Selam ve duayla
Fî emânillah