Londra’da yapılan NATO Liderler Zirvesi’nden yeni bir mutabakatın ya da stratejinin çıktığını söylemek bir hayli zor. Liderler, daha önce mutabık kaldıkları konuları yinelemekten öteye gidemediler. Kısacası her üye devlet, zirve öncesi pozisyonunu değiştirmeden aynen korumaya devam etti.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözlerinden geri adım atmadı. Atması da beklenmiyordu zaten. Çünkü bu sözün tam olarak neye karşılık geldiğini ne Macron söyledi, ne de diğer liderler bunu anlamak için çaba harcadı. Macron, zirvede Fransa’nın Türkiye’ye yönelik eleştirilerini aynen koruduğunu söylemekten geri durmadı.

Fransa’nın, PKK’yı terörist bir grup olarak gördüğünü açıkladı ama ardından YPG/PYD’nin terörist gruplar şeklinde tanımlanamayacağını ifade etti. Ve ekledi: “Tüm odağımız DAEŞ’le mücadele olmalıdır.” Hatta bu noktada Ankara’nın tavrını beğenmediğini belirtti. Macron’a göre, “Türkiye DAEŞ’i temsil eden gruplarla birlikte çalışıyordu ve DAEŞ’e karşı Batı ile birlikte omuz omuza mücadele eden PYD/YPG’ye karşı savaşıyordu.”

Macron, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini ve Libya ile yaptığı mutabakat muhtırasını da tenkit etmeyi ihmal etmedi. Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ı, Güney Kıbrıs’ı ve Mısır’ın darbeci lideri Sisi’yi; Libya’da ise darbeci Halife Hafter’i destekleyen Fransa Cumhurbaşkanı, belli ki Türkiye’nin beklenmedik hamlelerine çok bozulmuştu. Fakat Macron, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de başından beri sürdürdüğü duruşunu bir santim dahi değiştirmeyi başaramadı.

NATO Zirvesi’nde aynı masanın etrafında oturan liderler, geldikleri gibi geri döndüler. Kazananı ve kaybedeni olmayan bir zirve daha yaşandı. Kimse ne yeni bir şey söyledi, ne duydu, ne de bekledi. Ne Suriye, ne Libya için, ne de dünya barışı için yeni bir umut doğdu. Belki de elde edilen tek kazanım, Baltık ülkeleri ve Polonya için güncellenmiş savunma planı konusunda Türkiye’nin veto hakkını kullanmaktan vazgeçmesiydi.

Türkiye, YPG’nin NATO tarafından bir terör örgütü olarak tanınmasını talep etmiş, eğer bu talebi yerine getirilmezse, Baltık ülkeleri ve Polonya için hazırlanan güvenlik planına onay vermeyeceğini açıklamıştı. Türkiye’nin bu hususta bir direnç göstermeyeceği önceden belliydi. Ama bu sayede veto gücünü NATO’ya ve uluslararası kamuoyuna hatırlatarak NATO’daki varlığını ve etkisini bir kez daha göstermiş oldu.

Öngörüldüğü şekliyle zirveye terörle mücadele damgasını vurdu. Çağın en büyük ve en tehlikeli ortak düşmanının terörist gruplar olduğunun altı çizildi. Ancak zirvede, NATO üyesi devletlerin ortak bir terörizm tanımı yapamamasının huzursuzluğu yeniden hissedildi. Zaten ittifakın en zayıf yönlerinden birini bu belirsizlik oluşturmuyor mu?