Özümüzü kaybetmenin cezasını her alanda çekiyoruz. Modern dünya ile birlikte bizim de bu dünyaya ayak uydurmamız sonucunda, eskiye dair ne varsa önce madden, ardından da zihnen çöpe atmak kaydıyla kendimizi özümüzden soyutladık. Ve hayatın her alanında sıkıntı yaşamaya başladık. Çünkü milletlerin fıtratı vardır ve modern dünya bizim fıtratımıza ters. Fıtratımıza sırt çevirmenin bedelini ödüyoruz.

Bugün insanlar esnaftan, esnaf durumundan şikâyetçi. Oysa ticaret peygamber mesleğidir ve kutsaldır. Kusursuz bir şekilde yürütülmesi gerekir. Peki, neden yürümüyor? Çünkü yürüyen sistem unutuldu. Bu topraklarda ahilik adında bir teşkilat söz sahibi oldu yıllarca. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve büyümesinde etki edecek kadar güçlü ve kusursuzdu bu teşkilat.

Ahilik içindeki esnaf birlikleri; ustalar, kalfalar ve çıraklardan oluşurdu. Liyakat şarttı. Çıraklar mesleğini çok iyi öğrenemeden dükkân açamazdı. Usta çırağına ham demiri ve ateşi gösterir, sen de ham demirsin der ve meşrebine göre (neyse meşrebi, balta, kazma, kılıç vs.) ateş ve seni bu ateşte dövecek, sana şekil verecek ustaya, mürşide ihtiyacın var derdi. Zahiri sanat öğretilirken, batınen de kemale ermesi sağlanırdı çırağın.  Ahilikte, esnafın uyması gereken kurallar vardı: Alçakgönüllü olmak, misafirperver olmak, dindar olmak, yalan söylememek, dedikodu yapmamak, hileli mal satmamak, içki içmemek, zina yapmamak… Günahın günahı doğuracağını bilen ahiler; esnafın zina yapmaması, alkol içmemesi gerektiğini düşünür, ahlakının bozulmaması için dikkat ederlerdi.

Bugün bile birçok işyerinde, duvarda asılı olan “müşteri velinimetimizdir” sözü ahilik geleneğinden kalma bir sözdür. Ahilikte müşteri çok önemliydi. Esnaf, asla hile yapamazdı. Cezalar ağırdı. En önemlisi esnaf, teşkilattan çıkan cezaya karşı çıkamazdı. Hüküm neyse, oydu. Bugün esnaf odalarının ceza verme ihtimali düşünülebilir mi? Esnaf, esnaf odalarına güvenmiyor; esnaf odalarının, esnaftan haberi yok.

Pabucu dama atılmak deyimi de ahilikten kalmadır. Ahi Evran, ayakkabıcı esnafının bulunduğu çarşıdan geçerken, hileli ayakkabı satan bir esnafı fark ettiğinde onun ayakkabısını alır, dama atar ve meslekten ihraç ederdi.

Caydırıcı olması hasebiyle; hileli iş yapan esnaf, sokak sokak insanlara teşhir edilirdi. Bir insan, ihtiyacından fazlasını kazanmak kaydıyla yeni bir dükkân açtığında dükkânı kapatılırdı. Vergisini vermeyen, en önemlisi başka bir esnafa kötü söz söyleyen esnaf; meslekten ihraç edilirdi!

Ekmek, ayrı bir öneme sahipti. Bizzat Abdülhamit’in ekmek ile ilgili uyarı mektubu vardır. Ekmekte eksik ya da yanlış malzeme koyan çok ağır cezalara çarptırılırdı. Dükkânı kapatılır ya da esnafın kafasına suçlu olduğunu gösteren tahta bir külah geçirilirdi. Para cezası verildiği de olurdu. İstisna olarak, ibret alınması için idam cezasının verildiği fırıncı bile vardır. 21 Mart 1772’de Üçüncü Mustafa, Vezneciler’de bir ekmekçinin tezgâhtarını başkalarına ibret olması için astırmıştır. Yine istisna olarak, ekmeği yeterince pişirmeden satan birkaç fırıncı da ibret için kulağından dükkânının duvarına çivilenmiştir.

Bütün cezalar sert değildi tabi. Selam kesme, fakir fukaraya yardım etme gibi cezalar verildiği de olmuştu.

Cezalar sert olmasına rağmen hiçbir zaman isyan çıkmamıştır. Çünkü kimseye haksız yere ceza kesilmemiştir. Bunun da en önemli nedeni esnafın, teşkilata; teşkilatın, esnafa ve insanların kendine, kendine güven duymasıydı. Herkes sadece rızkının peşindeydi.

Özellikle bugünlerde artan stokçuluk, krizi fırsata çevirmeye çalışan esnaflar için alınacak en iyi tedbir öze dönmek, ahilik teşkilatını yeniden canlandırmak, bunda da özümüze dönmek olacaktır kanımca.