Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI), 2015-2019 yıllarını kapsayan raporuna göre, küresel silah ihracatında en büyük pazarlardan biri Ortadoğu’dur. Amerika, Rusya ve Fransa’nın, Ortadoğu ile yakından alakadar olmalarının bir nedeni de silah ticaretinden elde ettikleri muazzam kârlardır. Zira adı geçen üç ülke dünya silah ticaretinde ilk üç sırada yer almaktadır. Ayrıca ürettikleri yeni silah teknolojileri için Ortadoğu’nun çatışma bölgeleri iyi bir deneme sahasıdır.

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın, Ortadoğu’nun önemli silah pazarlarının başında gelmesi ve bu ülkelerin müdahil olduğu Yemen, Suriye ve Libya’daki çatışmalarda Amerikan, Rus ve Fransız yapımı silahları kullanması, uluslararası düzeyde kamuoyunu meşgul eden bir tartışmadır.

Yaklaşık yüzyıldır Batılı güçlerin kurduğu sömürge düzeninden bir türlü kurtulamayan Ortadoğu ülkelerinin, petrolden elde ettikleri gelirin önemli bir kısmını ülkesel kalkınma yerine silahlanmaya ayırmaları dikkat çekicidir. Yine İkinci Dünya Savaşı sonlarında Avrupa’nın sömürgeci güçleriyle mücadele etmek ve Filistin davasını savunmak amacıyla kurulan Arap Birliği’nin günümüzde üyeleri nazarında kuruluş felsefesini yitirmesi endişe vericidir. Öyle ki Arap Birliği’nin etkili üyelerinin Filistin’de İsrail safına geçmesi, Mısır ve Libya’da sömürgeci mantıkla hareket eden güçlerle işbirliğine girmesi, yukarıdaki endişenin büyümesine neden olan somut olaylardır.

Küresel silah ticaretinin en az yüzde 70’inin, dünya barışını korumakla yükümlü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri’nin kontrolündeki bir sistemde, söz konusu devletlerin barışın mı yoksa çatışmaların mı mimarı oldukları sorusu, oldukça düşündürücüdür. Bu açıdan konu ele alındığında, silah satışı yoluyla Ortadoğu ülkelerinden astronomik paralar kazanan bu devletlerin, demokrasi veya barış uğruna bu kârlarından asla vazgeçmeyeceklerine dair küresel kanaat giderek yaygınlaşmaktadır.

Ortadoğu’daki silah ticaretini canlı tutmak için tehditlerin, krizlerin ve çatışmaların eksik olmaması gerekli önkoşuldur. Liberal demokratik rejimlerin daha barışçıl davranacağı ve bu mantıkla yönetilen ülkelerin birbirleriyle savaşmayacağı fikri, Batı düşüncesinin ana omurgası olmasına karşın Batılı devletlerin Ortadoğu’da söylemde demokratik hareketlere fakat eylemde diktatörlüklere ve çatışmalara kapı aralaması, uluslararası düzeyde demokrasiyi tehdit eden bir durumdur.

Bu bağlamda, silah ve petrol ticaretinden elde edilen kârlardan bir türlü vazgeçemeyen Batılı devletlerin Ortadoğu ülkelerinin iç politik düzenlerinde demokratik yapının kurulmaması yönünde büyük bir çaba sarf ettiği, giderek güç kazanan bir görüşe dönüşmektedir. Başka bir ifadeyle, Ortadoğu’da demokratik hareketlerin güç kazanmasının önündeki en büyük engel olarak, silah ve petrol ticaretini kontrolünde tutan Batılı devletler görülmektedir. Ayrıca birbirleriyle doğrudan çatışmaktan kaçınan demokratik ülkelerin, Ortadoğu’da örtülü bir şekilde savaştıkları ise bilinen bir gerçektir.

Ortadoğu’da süregiden istikrarsızlığı sadece yerel dinamiklerle açıklamak doğru olmadığı kadar çatışmaları yalnızca dış dinamiklerle de izah etme gayreti isabetli bir yaklaşım değildir. Fakat Fransa, Amerika ve Rusya’nın Ortadoğu’daki çatışmalardan en çok beslenen liste başı ülkeler olduğu inkâr edilemez bir olgudur.

Son yıllarda bilhassa Fransa’nın bölgedeki silah ticaretindeki pazar payını genişletmek amacıyla Türkiye’ye karşı, Körfez ülkelerini, Mısır ve Yunanistan’ı kışkırttığı tahmin edilmektedir. Benzer şekilde İsrail’in de Filistin’de siyasi planlarını rahat bir şekilde uygulayabilmesi için siyasi açıdan parçalanmış, ekonomik bakımdan da fakir düşmüş bir Ortadoğu’ya ihtiyaç duyduğu, mantıklı bir başka iddia olarak karşımızda durmaktadır.