Hiçbir şeye dokunmayın ve sessiz olun; bir cinayet soruşturmasının tam ortasındayız. Evin hanımı Bahane Hanım tam 3 gündür kayıp. Dedektif şu an hizmetçiyi sorguluyor. Her soru hizmetçinin verdiği cevapla bir sonraki soruyu doğuruyor ve soru fırtınası daha ilk perdeden başlıyor.

Herhalde cinayet romanlarındaki en rahat kişi dedektiftir. Yalnızca adalet için hareket eden ve şüphelilerle organik ya da inorganik hiçbir bağı olmayan biri için çok klas bir durum olsa gerek.

Yeniden soruşturmadayız…

Görülüyor ki dedektif suçluyu bulmuş: Koca; yani Bahadır Efendi; aynı zamanda eski kontrolör. Peki, onun eşini öldürdüğüne dedektifi inandıran kim? Derviş. Derviş, yazar istediği zaman ortaya çıkıp istediği her şeyi söyleyebilen bir aziz, bir ermiş… Bir soru: Biz bir cinayet romanının içinde miyiz? Hayır. Çünkü “Trendeki Derviş” bir tiyatro oyunu… Mısırlı yazar Tevfik el-Hakim, hem çağdaş Mısır ve Arap tiyatrosunun hem de gerçekçi, tarihsel, gerçeküstücü tiyatronun kurucusu. Çevrildiği dildeki adı “The Tree Climber” olan “Trendeki Derviş” bir irrasyonel tiyatro örneği…

İç içe geçmiş sahneler, zamandan ve mekândan bağımsız bir dizi olay sorularla aydınlatılmaya çalışılıyor. Yazar daha en baştan göreceklerinize, duyacaklarınıza ve okuyacaklarınıza mantıklı karşılıklar aramayın diyor. Aynı şahsın bazen aynı anda farklı yerlerde bulunabildiği eserde dekor, aksesuar yok. Mesela ilk sahnede hizmetçi getirdiği sehpayı dedektifin önüne koyuyor. Dedektif de elindekileri o sehpaya bırakıyor. Eğer bu durumu kanıksadıysanız ve gelecek sahnelerde “bu da nereden çıktı, bu neden böyle oldu, hani bu zamandaydık geçmişe nasıl gittik?” türünden sorular sorup hızımı kesmeyecekseniz olayın içine girelim…

Dedektifin soruları net, kimi zaman aldığı “bilmiyorum” ve benzeri cevaplar da net. Bu kadar net soru ve cevaplara hiçbir cinayet romanında rastlayamazsınız. Klasik cinayet romanlarında dedektif daima kendine bir şeyler saklar. Kafasının içini göremeyiz. Muhakkak çok zekice bir öngörüyle ya da beklenmedik bir hamleyle ihtimal dışı bir şeyi düşünmüş ve haklı çıkmış olur. Olay yerine gider, etrafı kolaçan eder, her şeyi yeniden yaşar, düşünür ve hatta bazı tesadüflerden yardım alır: Birilerini görür, bununla da kalmaz en can alıcı konuşmaları dinler; ruhumuz duymaz. Arthur Conan Doyle Sherlock Holmes’a, Agatha Christie de Hercule Poirot’a en karışık olayları böyle çözdürmüyor mu? Bu dedektif ise hiçbir şey saklamıyor. Olay yerine bizi de götürüyor ve sorguladığı kişilerden başka kimseyle görüşmüyor.

Ceset yoksa cinayet de yoktur

Dedektif, sorgulamaların ardından kocanın katil olduğuna kanaat getiriyor. Fakat yine de ortaya çıkmamış bazı gerçekler var. Mesela ceset nerede? Ya da cinayet nasıl işlendi? Hatta cinayet neden işlendi? Bu sorular dedektifi pek fazla ilgilendirmiyor. O, kocanın cinayeti işlediğine kani biçimde dervişin de yönlendirmesiyle sonuca ulaştığını düşünüyor. Dedektif suçluyu bulmaya odaklanmış bir karakter. Nedenlerle, nasıllarla ilgilenmiyor. Hedefi suçluya suçunu itiraf ettirmek ve içgüdülerinde haklı çıkarmak.

Dedektife suçluyu tespit etmede ve ortaya çıkarmada en fazla yardımcı olan derviş karakteri ancak bir metafizik güç ya da bilge bir modelle açıklanabilir. Derviş sanki bu kaybolma vakasını ve sonra olacak olayları açıklamak ve göstermek için bir elçi ya da bir ilahi adalet tecellicisi. Dedektifin ısrarlı sorularına kocanın verdiği ısrarlı cevaplar bir felsefe yolculuğu yaptırıyor. Bir kocanın karısını öldürmesi için kaç sebep vardır?

Geçmişten gelip gelecekle ilgili konuşan derviş, gösterdiği kerametlerle güvenimizi kazanıyor. Trene havadan iniyor, bilet soran görevliye elini dışarı uzatıp on bilet uzatıyor ve kendinden emin gelecekten haberler veriyor. Şimdi bu mübarek zata nasıl güvenmeyelim? Onun dediklerinin çıkmayacağını nasıl düşünelim? Derviş, filozofça konuşmalarıyla ve istediğini istediği an elde edebileceğini gösterdiği kerametleriyle gücünü kısa sürede kanıtlıyor. Bu da onun aziz biri, Allah'ın sevgili kulu olduğu yönündeki inancımızı giderek artırıyor.

“Bahadır Ağacı’na inananlar kahraman olamaz

Hikâyenin bir diğer kahramanı da Yeşil Hanım. O, Bahadır Efendi’nin her gün yuvasına girişini ve çıkışını muhakkak takip ettiği bir kertenkele. Bu kertenkele o kadar önemli ki Bahadır Efendi için belki de hayatının anlamı. Bir gün göremese meraktan çatlayacak dereceye geliyor. Evin hanımının kaybolduğunu üç gün sonra fark eden adam, kertenkelesinin bir günlük yokluğunu derhal anlayabilecek dikkatte. Öte yandan evin hanımı ile kertenkelenin eşzamanlı ortadan kaybolması da son derece manidar –İpucu vermedim yersiz ümitlere kapılmayın-

Bir de ağaç var, onu da unutmamak gerekiyor. Bu, bir portakal ağacı. Evin bahçesinde kutsal bir ağaç gibi ve dokunulmazlığı var. Derviş zat, Yeşil Hanım’a ev ve belki de Bahane Hanım’a mezar olan bu ağacın dallarının her mevsim bir başka meyve verme ihtimalinden söz ederek akılları karıştırıyor. Eserin sonlarına doğru Bahadır Efendi bu ihtimalle yanıp tutuşacak; bilim ve insanlık adına yapabileceği bir hizmetin ve tabii ki adını tarihe altın harflerle yazdıracağı bir buluşun heyecanıyla kavrulacak. İnsanlığa faydalı olan, yılda dört farklı meyve veren bir ağacın “Bahadır Ağacı” –dervişin fikri- olarak anılması az bir şey midir? Dervişe göre ağaç kışın portakal, baharda kayısı, yazın incir ve güzün de nar verecek. Bunun için gerekli olan şeyi ben söylemeyeyim yazar söylesin.

İnsan içindeki kötülüğü nasıl çıkarır? Suç ortaya çıkmadıkça suç değil midir? Ya da bir eylem, hâkimi inandıramadığın noktada mı suç haline gelir? Cezasızlık suçu bastırır, yok eder mi? Heyecan dolu eseri okumanız için fazla ipucu vermek istemiyorum; bunlarla yetinin.

Dervişin ilk anda akıl dışı gibi gelen söylemlerine herkes işine geldiği müddetçe inanıyor. Mesela kocanın karısını öldürdüğünü söylemesi kocayı kızdırırken dedektifi rahatlatıyor. Dedektif dervişin içini rahatlatmasından, elini güçlendirmesinden ve ortada pek bir argüman olmasa da inandığı ve öngördüğü gerçeklerin ortaya çıkacak olmasından son derece memnun. Öyle ki kendisi bu dünyadan göçecek bir fani olarak mesleğinde yanlış kararlar verip pekâlâ hata yapabilir, önyargılarının esiri olabilir. Ama yanında koskoca, dev gibi, olayları tepeden bakarak gören insanların kaderlerini bilen bir derviş var. O halde ortada kocanın karısını öldürmesi dışında bir gerçeklik yok. Portakal ağacının dibi kazılıp da ceset çıkarıldığında olay tamamen aydınlığa kavuşmuş olacak. Peki ceset orada mı?

Meğer kader ağlarını örmüş

Tevfik el-Hakim’in çok defa sahnelenmiş bu eserinin çevirisi eski bakanlardan Nabi Avcı’ya ait. Şüphesiz her çevirmen esere kendinden bir koku, bir iz bırakır. Nabi Avcı da akıcı üslubunu bırakmış.

Trendeki Derviş sorular, sorgular, olaylar ve örgüsüyle gerçek ötesi bir eser... Dedektif soruyor, koca soruyor, derviş soruyor, bir ara kazıcı soruyor, sütçü soruyor… Velhasıl herkes soruyor… Gerçekler ve geçmişe ilişkin bilinmeyenler sorularla ve bazen sorulmadan verilen cevaplarla ortaya çıkıyor.

Soruların aranan cevaba bir yaklaşık hale gelene kadar sorulduğu, sorgulamanın o andan sonra o cevap üzerinden devam ettiği garip bir deneyim yaşıyoruz. Dedektifin “suçluyu bulmadan gitmeyeceğim” der gibi gözüne kestirdiği kocayı soru yağmuruna tutup aldığı mistik destekle iç huzur aradığı satırlar olayların istikametini belirliyor.

Peki, gerçekten koca, yani Bahadır Efendi eşi Bahane Hanım’ı öldürüp bahçedeki portakal ağacının dibine gömdü mü? Dedektif emin, derviş emin, hizmetçi inanmış, sütçü öğrenmiş, kazıcı arıyor, koca itiraf etmiş. En azından bize sunulan bu kadar. Dervişin verdiği haberler belki de gelecekten haberler. Mesela derviş, Bahadır Efendi’ye “karını şimdi öldürmediysen de gelecekte öldüreceksin” diyor. Dervişin yaşadığı saat, gün ve belki çağ bambaşka bir zaman dilimine ait. Bunun için dervişin öngörülerinin çıkacağı zamanı beklemek gerekiyor. Bir kocanın karısını öldürmesi için kaç sebep vardır? Var mıdır? Mısırlı Tevfik el-Hakim irrasyonel tiyatrosuyla bu sorulara cevap arıyor.

Trendekiderviş