Temmuz ayında açıklanan yıllık enflasyon oranının %33,5’e gerilemesi, teknik açıdan önemli bir gelişme. Son 44 ayın en düşük seviyesi… Ekonomi yönetimi açısından bu, “doğru yoldayız” mesajı vermek için güçlü bir veri. Ancak işin görünmeyen bir boyutu var: Ekonomideki psikolojik iklim. Çünkü rakamlar düşerken, tüketicinin güveni hâlâ zayıf.

Enflasyon yalnızca fiyatların artış hızıyla ilgili bir kavram değil; aynı zamanda toplumun geleceğe dair beklentilerini ve davranış biçimlerini de şekillendirir. Örneğin bugün, bir ürünün fiyatı sabit kalsa bile, vatandaş “nasıl olsa zam gelir” beklentisiyle hareket ediyor. Bu da tüketim kararlarını, tasarruf alışkanlıklarını ve hatta yatırım planlarını etkiliyor. Kısacası, enflasyonun psikolojik gölgesi, istatistiklerden çok daha uzun.

Güven Erozyonu

Uzun süredir yüksek enflasyon yaşayan bir toplumda fiyatlara karşı güven erozyonu oluşur. İnsanlar artık fiyat etiketine değil, kendi deneyimlerine bakar. “Geçen ay 30 liraydı, şimdi 35 oldu” cümlesi, TÜİK’in açıkladığı orandan çok daha güçlü bir etki yaratır. Bu nedenle, enflasyonun düşmesi kadar, bu düşüşün halkın zihninde güvenilir bir hikâyeye dönüşmesi de önemlidir.

Tüketici güven endeksine baktığımızda, hâlâ düşük seviyelerde seyrediyor. Çünkü halk, yalnızca “şu anki” fiyatlara değil, “gelecek fiyatlara” bakarak karar veriyor. Eğer ileride yeniden sert zamlar olacağı düşünülüyorsa, bugünkü düşüşün etkisi kısa sürede kayboluyor.

Harcamaların Daralması

Enflasyonun psikolojik etkilerinden biri de harcama davranışında ortaya çıkıyor. Yüksek fiyat beklentisi, tüketiciyi iki farklı davranışa iter: Ya “fiyat artmadan alayım” telaşıyla erken tüketim yapar, ya da “daha da artar, alamam” kaygısıyla tamamen kısar. Her iki durumda da piyasa dengesi bozulur. Türkiye’de son bir yılda bu iki uç davranışın artması, piyasada dalgalanmalara yol açtı.

Bu psikolojik baskı, reel sektörün geleceğe yönelik planlarını da etkiliyor. Esnaf, fiyatlama yaparken yalnızca maliyetini değil, gelecekteki belirsizlikleri de etiketine yansıtıyor. Bu da enflasyonun kendini besleyen bir döngüye dönüşmesine yol açıyor.

Yalnızca Para Politikası Yetmez

Enflasyonla mücadelede faiz artışı ve sıkı para politikası önemli adımlar olabilir. Ancak güven inşası, yalnızca Merkez Bankası’nın işi değildir. Siyasi söylemlerden vergi politikalarına, kamunun fiyat düzenlemelerinden şeffaf istatistik açıklamalarına kadar geniş bir yelpazede güven tesis edilmelidir.

Örneğin, temel gıda ve enerji fiyatlarında ani ve sert artışların önlenmesi, yalnızca fiyat düzeyini değil, aynı zamanda halkın algısını da olumlu yönde etkiler. Çünkü tüketici, enflasyonun düştüğünü hissetmediği sürece rakamların anlamı kalmaz.

Beklenti Yönetimi

Ekonomide beklenti yönetimi, en az mali araçlar kadar güçlü bir silahtır. Halkın geleceğe dair karamsar beklentilerini olumluya çevirmek, fiyat istikrarının kalıcı hâle gelmesi için kritik. Bunun için de “tek seferlik başarı” değil, ardışık ve sürdürülebilir olumlu veriler gerekir.

Bugün enflasyonun %33,5’e düşmesi elbette olumlu. Fakat gerçek başarı, bu düşüşün halkın alışveriş sepetinde, faturasında, kira kontratında ve maaş zarfında hissedilmesiyle ölçülür. Tüketici güveninin yükseldiği, fiyatların öngörülebilir hâle geldiği bir ortam oluştuğunda, enflasyon sadece teknik bir gösterge olmaktan çıkar; hayatın içinde somut bir iyileşmeye dönüşür.

Ekonomide psikolojik iklim değişmeden, istatistiklerin tek başına refah yaratması mümkün değil. O nedenle, “enflasyon düştü” cümlesi, ancak “hayat kolaylaştı” cümlesiyle birleştiğinde anlamlıdır.