Birinci dünya savaşıyla İslam Coğrafyasını işgal eden müttefik küfür milletinin, haczettiği ve milletçe kiracıymış gibi bırakıldığımız yurdumuzun, 15 Temmuzla tapusunu geri almaya nihayet hak kazandık.

Şimdi sırada, haczi kaldırtıp biran önce devir işlerinin tamamlanması gerekir.

Gerçi bütün bu devir işlemleri onların koydukları ‘demokrasi’ denilen sistem ve teamüller yoluyla gerçekleşecek. Olsun, savaşarak alınca fetih olan, siyasetle alınca kerih mi oluyor..!

Tam, Medine-i Münevverenin karşısına Şam melikliği ‘Yesrib’ olarak tekrar dikildiği günden beri ürettiğimiz ‘Fıkıh’, Allah’ın indindeki tek ‘Din’ olan İslam’a göre sorunludur.

Sorunun kaynağı, ‘fıkhın’ Allah’ın indindeki dine göre değil de, insanların indindeki ‘İslam’a göre üretilmiş olmasıdır.

Allah’ın indinde tek olan ‘din’, insanlar elinde doğurarak kesrete/çokluğa uğratıldı…

Allah’ın indindeki dinin ilk sosyolojisi olan Medine bozulmadan yahut karşısına sahtesi konulmadan çoğaltılamazdı…

Böylece, ‘Din’ dönüştüren iken, dönüştürülen bir malzeme haline getirilerek çoğaltıldı.

İblise, insan karşısında ilahi buyrukla saygı ile eğilmesi (secdesi) istenildiğinde, onu alı koyan şey, ‘kendisinin ateşten, insanın çamurdan yaratılmış olduğuna bakarak’ yaptığı yanlış fıkhı sonucudur …(A’raf 12-13-14-15-16)

Bu fıkıh neticesinde yaratılmış olduğu makamdan çıkartılan, İnsanların tekrar diriltileceği güne kadar izin isteyen iblis, azgınlığı nedeniyle, Allah’ın yolu/sırat-ı Müstekim üzere oturarak insanları saptıracağına yemin etmişti…

Bütün isyan edenler amaçlarına ulaşabilmek için tıpkı iblis gibi sıratı müstekim üzerine oturmak zorundadır…

Firavun, Nemrut, Ebu cehil kıssaları aslında birer iblis fıkhı kıssalarıdır… Beni ümeyyeoğulları, Allah indindeki tek din olan İslam’ın sosyolojisi olarak tezahür eden Münevver şehir Medine’nin son temsilcisi Hz. Ali’ye karşı isyan etmemişlerdir. Hz. Ali’nin yerinde, Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ömer olsaydı da isyan edeceklerdi. İsyanlarının nedeni tabi oldukları fıkhın bir zorunlu gereğiydi…

Çünkü onlar Arapların seçkin kabilesiydi ve insanları onlar geçmişte olduğu gibi yönetmeliydi…

Dinin sosyolojisi olan Medine aynası kırılıp parçalanmıştı ve her parçasında bir din sureti ortaya çıkmıştı. Eline bu aynanın bir parçasını alan herkes hak ve hakikat benim diye kendisine çağırmaya başladı…

Haklıydılar ve onları haklı kılan ellerindeki parçanın hak ve hakikatten bir parça yansıtıyor olmasıydı.

Yanılıyorlardı, yanılgıların sebebi diğerlerinin elindeki parçalarında tıpkı kendilerinin elindeki parçanın hakikatten bir parça yansıtıyor olduğuna müdrik olmamalarıydı.

Ve fakat gerçek olan ise, her bir parçanın, Allah indindeki dinin bir bütün olarak yansıtmıyor oluşuydu…

Sırat-ı Müstakim üzere oturan iblisin geliştirdiği fıkıh nedeniyle bütün bu şahısların ve parçaların bir araya getirerek, İslam’ın hakikati bütünlüğünde sosyolojisini yeniden üretmek bu güne kadar mümkün olmadı…

Ontolojik bağlamda, 12./13. Asırda, muhakkik ulema vasıtasıyla hakikatin bütünlüğüne düşüncede vasıl olduk…

Sonrası bu vasıl olunan ontolojinin sosyolojisini doğurmaktı.

Diğer yandan da sürekli bu doğuşu gerçekleştirebileceğimiz bir münbit yurdu vatan kılabilmek için fütuhata hasrettik…

Anadolu bu arayışın neticesinde fütuhatla bize vatan kılındı.

Gel gör ki, iblis ve bütün ifritleri bir araya gelerek bu doğuşu engelledi. Her şeye rağmen vatanımızı elden çıkarmadık.

Şimdi bu doğuşun, yeniden dirilişin arefesinde, 15 Temmuza erdik ve vatanımızda kiracı olmadığımızı gösterdik vesselam…